Babürlüler Hakkında Bilgi

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Hindistan’da kurulan Türk-İslâm devletlerinden. Tîmûr Hân’ın beşinci batından torunu Bâbür Şâh taramdan 1526 (H. 933) senesinde kuruldu. Bürgâniye ve Tîmûroğulları Devleti diye de bilinir. Bâbür Şâh, 1483 (H. 888) senesinde Fergana’nın başşehri Endican’da dünyâya geldi. Fergana bölgesinde küçük bir Tîmûrlu prensliğini idare eden babası Ömer Şeyh Mirza 1494 senesinde ölünce, Fergana hükümdarı oldu. Daha saltanatının ilk günlerinde akrabâlarının hücûmlarına mâruz kaldı.

Bir araftan onlarla uğraşırken, Şeybânî öbeklerinin git gide kuvvetlenmeleri üzerine idaresi altındaki topraklarda sağlam bir devlet kurmanın mümkün Yamayacağını anladı. Bu yüzden, 1504 (H. 910) senesinde Kabil’i, daha sonra da Kandehar’ı alarak oraya yerleşti. 1508 senesi Eylül ayında ilk defa Hindistan’a sefer düzenledi. Üç ay süren bu sefer lirasında ülkeyi tanıdı ve çok mikdarda ganîmet elde etti.

Bâbür Şâh’ın asıl gayesi Maveraünnehr’i ele geçirmekti. 1511 senesinde Safevîlerin yardımı ile Mâverâünnehr’in bâzı şehirlerini ve Semerkand hükümdârlığını ele geçirdi ise de bir süre sonra özbeklere yenilerek Ceyhun nehrinin güneyine çekilmek mecburiyetinde kaldı. 1519 senesine kadar iç mes’elelerle uğraştı.

Aynı senenin Kasım ayında, Hayberi geçerek Hindistan’a girdi. Kısa sürede Pencab ile Senâb arasındaki bölgeleri hâkimiyeti altına aldı. Beş defa Pencab’a sefer yaptı. Bu seferler neticesinde, Kuzey Hindistan’ı fethetti. 1525 (H. 932) senesi Kasım ayında Delhi üzerine yürüdü. 1526 senesi Mayıs ayının yirmi birinde Pânipüt meydan muharebesinde Delhi Sultânı İbrahim Lodî’nin sayıca çok fazla olan ordusunu yendi. 1526 yılı Aralık ayında dünyânın en büyük şehirlerinden olan Delhi, Agra ve Hanpur’u fethetti. Agra’yı başkent yaptı.

Bâbür Şah, 1527 senesi Şubat ayında, hindûların üzerine yürümek liyeti ile Agra’dan hareket etti. Lodîlerin, Racistan’da kontrolü kaybetmeleri üzerine müstakil hâle gelen hindûlar, hükümdârları Rana Senka’nın etrafında oplanarak, yüzbin kişilik bir ordu ve bir kaç yüz fille yeni Hindistan fâtihinin üzerine yürüdüler. Bu, çok kritik târihî bir andı. Zîrâ Hindistan’daki beş asırlık müslüman hâkimiyeti, ilk defa hindûlar tarafından tehdid ediliyordu.

Bâbür Şâh’ın harbi kaybetmesi demek; Ganj vadisinin hindûların eline düşmesi, netîce itibariyle Müslüman-Türk hâkimiyetinin Hind kıtasında son bulması demekti. Bâbür Şah, onüç bin beşyüz kişilik çok seçkin bir Türkmen atlı birliği ile düşman üzerine yürüdü. Yanında Osmanlı Türklerinden Mustafa Rûmî’nin kumanda ettiği bir topçu birliği de vardı. Hindûlarda top ve tüfek yoktu. Ateşli silâhlar ve Türk atlısının üstün savaş kabiliyeti, Bâbür Şâh’a parlak bir zafer kazandırdı. Düşman tamamen imha edildi. Bu zafer, müslüman Türklerin Pânipüt’te kazandıklarından daha büyük bir zafer idi. Biyana civarında geçen Bukanya meydan muharebesi, Bâbür Şâh’a gazi ünvanını kazandırdı.

Zamanında ülkenin sınırları güneyde Vindiya dağlarından, kuzeyde Amuderyâ’ya kadar uzandı. Bâbür Şah, 1530 (H. 937) senesi Aralık ayının yirmi beşinde Agra’da vefat edince yerine, yirmi iki yaşındaki büyük oğlu Hümâyûn Mirza geçti.

1508 senesinde Kabil’de doğan Nâsıreddîn Hümâyûn Şah, saltanatının ilk zamanlarında kardeşi Kâmran Mirza ile uğraşmak zorunda kaldı. Pânipüt’de bâbür Şâh’a yenilen İbrahim Lodî’nin Bengal’e kaçan oğlu Mahmûd Lodî, hükümdar değişikliğinden ve iç çatışmalardan faydalanmayı umarak, Bâbürlü Devleti’nin topraklarına saldırıp Cavnpûr’u ele geçirdi. Bunun üzerine yeni hükümdar Hümâyûn Şah, ordusu ile Cavnpûr önlerine geldi. Mahmûd Lodî’yi bozguna uğratarak, şehri tekrar ele geçirdi. Daha sonra Şîr Hân Sur idaresindeki Çunâr kalesini kuşattı. Kuşatma dört ay sürmesine rağmen kale ele geçirilemedi. Şîr Hân, andlaşma ile Hümâyûn Şâh’ın hâkimiyetini tanıyınca, muhasara kaldırıldı.

Bu sırada, Bâbürlü topraklarına Gücerât sultânı saldırdı, ancak gönderdiği birlikler, Agra’ya ulaşmadan imha edildi. Bu durum üzerine Hümâyûn Şah, Gücerât’a sefer düzenleyerek, Gücerât sultânı Bahâdır Şâh’ın ordugâhını kuşattı. Bahâdır Şah, Mandu’ya kaçmak zorunda kaldı. Böylece Hümâyûn Şah, Gücerât’a hâkim oldu. Kardeşi Askerî’yi Gücerât’a vali tâyin etti ise de, bir süre sonra Bahâdır Şah, Gücerât’ı tekrar ele geçirdi. 1537 senesinde Bahâdır’ın öldürülmesi üzerine, bölge tekrar karıştı. Bu karışıklıktan Hümâyûn Şâh’ın yanısıra, Şîr Hân da istifâde etmek istiyordu. Hümâyûn Şah, Bavr’i ele geçirerek bir süre orada kaldı.

Bu arada, kardeşi Hindal, Agra’da hükümdarlığını îlân etti. Şîr Hân ise, Benâres ve Teliyâgerhi arasında kalan bütün bölgeleri ele geçirdi. Bengal toprakları artık Hümâyûn Şah için tehlikeli idi. Kardeşi Kâmran, bir fırsatını bulup Agra’yı ele geçirdi. Hümâyûn Şah, tekrar duruma hâkim olmak için geri dönerken, yolda Şîr Hân kuvvetleriyle karşılaştı. 1539 senesi Haziran ayının yirmi yedisinde, Şîr Hân’ın, bir gece baskınıyla ağır bir yenilgiye uğradı ve Agra’ya üç yüz kişi ile ulaşabildi. Savaştan sonra Şîr Hân, sultanlığını îlân ederek, Şîr Şah lakabını aldı. Hümâyûn Şah, 1540 (H. 947) senesinin başlarında başkent Agra’yı da terketmek zorunda kaldı. Elinde sâdece Afganistan, Sind, Kuzey Pencab, Keşmir ve Belûcistan kalmıştı.

1543 senesinde Hümâyûn Şah, Kuzey Pencab, Sind ve Belûcistan’ı da Sûrîlere bırakmak zorunda kaldı. Kendisi, Şah Tahmasb Safevîye sığındı. 1553 senesi Ocak ayına kadar orada kaldı ve çok iyi muamele gördü. Daha sonra Şah Tahmasb’dan aldığı yardımcı kuvvetle tekrar Hindistan’a yöneldi. 1554 (H. 961) senesi Eylül ayında kardeşi Kâmran Mirzâ’dan Kandehar’ı aldı. Kardeşleri ile uzun mücâdeleler yaptı. Kâmran Mirzâ’nın tarafdârı olan Askerî, yakalanarak Mekke’ye gönderildi. Diğer kardeşi Hindal, Moğolların yaptığı bir baskında öldürüldü. Aynı sene Kâmran Mirza yakalandı ve Mekke’ye gönderildi.

Böylece Afganistan ve Bedahş’ı ele geçirdi. 1555 senesi Şubat ayında tekrar Hindistan’ın fethine girişti. Kısa zamanda Pencab havalisine hâkim oldu. Aynı sene Haziran ayının yirmi ikisinde Sûrîlerle yaptığı Maçivara meydan savaşını kazandı. Böylece Hindistan kapıları tekrar Hümâyûn Şâh’a açuldı. Bu zafer, Bâbür Devleti’nin ikinci kuruluş târihi olarak kabul edilmektedir.

Hümâyûn Şah, 1556 senesi Ocak ayının yirmi sekizinde öldü. O sırada Hindistan’da bulunan büyük Türk denizcisi Şeydi Ali Reis’in tavsiyesine uyularak, oğlu Ekber’in tahta çıkışına kadar ölümü gizli tutuldu. Hümâyûn Şah, Delhi’de defnedildi.

1556 (H. 964) senesinin Şubat ayında küçük yaşta iken tahta çıkan Ekber Şâh’ın ilk senelerinde, devlet idaresi, babasının yardımcısı Bayram Hân’ın elinde kaldı. Bayram Hân, Ekber Şah tarafından Hân-ı Hânân yâni başvezirlik makamına yükseltildi.

Saltanat değişikliğinden faydalanmak isteyen Sûrîlerle, 1556 senesi Ekim ayında Pânipüt’te yapılan muhârebeyi Bâbürlüler kazandı. Daha sonra Ekber Şah, Malva bağımsız Racpurt devletlerini, Gücerât ve Handeş’i ele geçirdi. 1573 (H. 981) senesinde Bengal hükümdarı Davud’un öldürülmesiyle, Bengal toprakları bir defa daha Bâbürlülerin idaresi altına girdi. Kabil ve Kandehar’ın ele geçirilmesi ile, bir çok istilâcılar için Hindistan’a geçit veren kuzeybatı hududu, emniyet altına alındı. Kandehar’ın alınması da, İran ile uzun bir süre çekişmeye sebeb oldu.

Ekber Şah zamanında diplomatik seviyede en çok Safevîler ile dostça münâsebetler kuruldu. Özbek hükümdarı Abdullah Hân ile hudutların tâyini için bir andlaşma yapıldı. Hind okyanusunda bulunan Portekizlilerden gelen müşterek tehlike karşısında, Osmanlı Devleti ile de temaslar yapıldı. Fakat Delhi ile İstanbul arasındaki çok uzun mesafe, düşünülen ittifakı engelledi.

1595 senesinde Dekken’de Nizamşahlar şehzadeleri arasında taht mücâdelelerinin başlaması üzerine, Ekber Şâh’dan yardım istendi. Bâbürlü orduları, Ahmednagar’ı kuşattılarsa da bir netîce elde edemediler. 1600 senesinde Bâbürlü ordusu tekrar Ahmednagar’ı kuşatarak ele geçirdi ve buradaki Nizamşahlar Sultanlığı’nı ortadan kaldırdı.

Ekber Şah, sünnî olan devletin inancı ile bağdaşmayan Dîn-i İlâhî adı ile derleme bir din kurmakla, İslâmiyet’e olan düşmanlığını açıkça ortaya koydu. Bu uydurma din sayesinde bütün tebeası üzerinde manevî ve ruhanî hükümdarlığını te’sis etmek istedi. Mecûsî, brehmen ve hıristiyanlara istedikleri hürriyeti tanırken, müslümanlara zulüm ve işkence etti. Ekber’in din düşmanlığını, zamanının büyük âlimlerinden ve Hindistan’ın Serhend şehrinde yaşamış olan, İmâm-ı Rabbânî Ahmed Fârûkî Serhendî hazretleri Mektubât adlı eserinde uzun anlatmaktadır.

Ekber, saltanat yıllarında bir taraftan sınırlarını genişletirken, diğer taraftan da askerî ve idarî sahalarda faaliyette bulundu. İlk olarak damgalama usûlünü getirdi. Ülkedeki topraklar, olduğu gibi hükümdara bağlı devlet toprağı hâline getirildi. Ordudaki subaylara ve me’mûrlara derece verildi. Arazi gelirlerini kontrol etmek için Kurubi adı verilen tahsildar teşkîlâtı kuruldu.

Şiddetli bir dizanteri hastalığına yakalanan Ekber, bütün tedavilere, rağmen, iyileşemiyerek 1603 (H. 1012) senesinde öldü. Cesedi, o zamanlar Behiştâbâd, daha sonra İskender adı verilen bahçeye gömüldü. Sonradan halefleri tarafından üzerine büyük bir türbe yapıldı.

Ekber’in, ölümünden önce veliahd tâyin ettiği Selim adlı oğlu, Muhammed Cihângîr adıyla tahta geçti. Otuz beş yaşında olan Cihângîr, saltanat değişikliğinden faydalanarak baş kaldıranların Delhi’ye bağlanması için çalıştı. Cihângîr Şah, çok çabuk te’sir altında kalıyordu. İran’dan Hindistan’a göç eden Mirza Gıyas Bey’in kızı Nur Cihan ile evlendi.

Güzel ve kabiliyetli bir kadın olan Nur Cihan, zamanla Cihângîr Şâh’ı tamamen etkisi altına aldı. Nur Cihân’ın kardeşi Âsaf Hân da iyi bir idareci ve maliyeci idi. NJûr Cihan ve ailesi, devlet işlerini ele geçirmek için gayet plânlı bir şekilde hareket etti. Buna rağmen 1622 senesine kadar Cihângîr Şâh’ın devlet idaresinde tam bir kontrolü vardı.

1612 senesinde, Bengal’de çıkan bir Afgan ayaklanması bastırıldı. Daha sonra Mevâr, racası Amar Singh, kuvvetini arttırarak devlete karşı ayaklandı. Şehzade Hürrem 1614 senesinde Mevâr’a vali tâyin edildi. Yapılan mücâdele sonunda Amar Singh, boyun eğmek ve barış istemek mecburiyetinde kaldı. Oğlu rehin olarak Bâbürlü sarayına gönderildi.

Dekken bölgesindeki Nizamşâhların Habeş asıllı kumandanı Melik Amber, Bâbürlülerin başka işlerle meşgül olmasından faydalanarak, bölgenin batısında dağlık arazide yaşayan Marâthalar’ı gerilla grubları şeklinde teşkilâtlandırdı. Gerilla taktiğini iyi bir şekilde uygulayan Melik Amber, Bâbürlü kumandanların arasındaki anlaşmazlıklardan da istifâde ederek, Ahmednagar’ı 1608 senesinde ele geçirdi. Bu durum karşısında Bâbürlü ordusuna kumandan tâyin edilen Şehzade Hürrem, 1616 senesinde Ahmednagar şehri dâhil, kaybedilen bütün toprakları geri aldı.

Bu başarılarından dolayı Cihângîr Şah, oğluna Şah Cihan lakabını verdi. Cihângîr Şâh’ın Keşmir’de bulunduğu bir sırada Melik Amber, Nizamşahları tekrar teşkilâtlandırarak Ahmednagar’ı ikinci defa kuşattı. Şehzade Hürrem yine bu bölgeye gönderildi. İki gün süren mücâdelelerden sonra Nizamşahlar yeniden barış istemeğe mecbur kaldılar. 1622 senesinde Safevî hükümdarı Şah Birinci Abbâs, Osmanlı Devleti ile barış imzalayıp, batıdan gelecek herhangi bir saldırıya karşı kendisini güven altına aldıktan sonra, Bâbürlüler üzerine yürüdü. Kandehar’ı ele geçirdi. Cihângîr Şah, Safevîlere karşı ordu hazırlamaya çalıştı.

Şehzade Hürrem, orduya katılmak için bâzı şartlar ileri sürdü. Bu şartlar, babası tarafından reddedildi. Bunun üzerine Şehzade ayaklandı. Bir süre sonra, bir netice elde edemiyeceğini anlayınca, babasından af diledi ve Bâlâgât valiliğine tâyin edildi. Cihângîr Şah, 1627 senesi Ekim ayının yirmi sekizinde Keşmir’den, Lahor’a dönerken yolda vefat etti. Lahor civarında Şah Dara denilen yerde toprağa verildi ve zamanla üzerine bir türbe yaptırıldı.

Cihângîr Şâh’dan sonra oğlu Şah Cihan, Şehâbeddîn ünvanı ile tahta geçti. Kısa bir süre sonra, devlete bağlı olarak Dekken’de hüküm süren küçük devletler, Bâbürlüler için tehlike arz etmeye başladı. Bunların başında hükümdarlıkları ismen devam eden Nizamşahlar gelmekte idi. 1630 senesinde harekete geçen Şah Cihan, Nizamşahlar’ı, Devletâbâd’a kadar sürdü ve Darur şehrini ele geçirdi. Ertesi sene Devletâbâd’ı da alarak, Nizamşahlar’ı ortadan kaldırdı.

Orta Hindistan’ın diğer güçlü devleti Kutbşahlar idi. Bunlar şiîliği benimsediklerinden, sünnî olmaları için Şah Cihan tarafından bir ferman yollandı ve Sasevîler adına okunan hutbenin kendi adına okunmasını istedi. Büyük bir orduyla Dekken’e gelince, Kutbşahlar korktular. Hutbede, dört halîfeyi ve Şah Gihân’ı zikrettikleri gibi, senelik bir mikdar vergi ödemeyi de kabul ettiler. Böylece bu devletlerle olan mes’eleler, Bâbürlülerin lehine hâlledildi.

Şah Cihan 1657 (H. 1068) senesinde hastalanınca, oğulları arasında taht kavgası başladı. Evrengzîb Âlemgîr Şah adındaki oğlu, kardeşlerine karşı üstünlük sağladı ve babasını tahtından indirilerek, 1658 senesi Temmuz ayında, Agra’da sultanlığını îlân etti. 1662 senesinde, Bengal valisi Mir Cumlâ, bir orduyla Assam’a gönderilerek, buradaki raca mağlûb edildi. 1667 senesinde Afgan kabilelerinden Yûsufzaîlerin, 1672’de de Afridîlerin isyanları bastırıldı.

Marâthâlar’ın liderlerinden Sıvacı, sultanlığı Bâbürlüler tarafından yıkılınca, kuvvetlerini Bicâpur’da topladı. Etrafa yaptığı baskınlarla gücünü arttırdı. 1664 (H. 1075) senesinde Sürat limanını bir baskınla yağmaladı. Âlemgîr, onun üzerine Amberli Raca Cay Singh’i gönderdi. Sıvacı, idaresi altındaki toprakların büyük kısmını Bâbürlülere bırakarak, Âlemgîr’e tâbi oldu. Bir süre sonra, bir anlaşmazlık sonucu 1669 senesinde Bâbürlülere saldırdı. Girdiği muharebelerin bir kısmını kazandı, bir kısmını kaybetti. Âlemgîr’in, isyan eden Afgan kabîleleriyle uğraşmasından faydalanan Sıvacı, 1674 senesinde istiklâlini îlân etti. Bâbürlülere karşı saldırılarını sürdürdü.

Bicâpur yakınlarında, Dilir Hân komutasındaki Bâbürlü ordusu tarafından ağır bir yenilgiye uğratıldı, ölümü üzerine yerine geçen oğlu Şambhûcî Âlemgîr Şâh’ı dörtbeş sene uğraştırdı. Bu arada Kutbşahlar ve Âdilşahlar üzerine yürüdü. Âdilşahların başkentini ele geçirerek bu devlete son verdi. Bu sırada Âdilşahlara yardım etmek isteyen Kutbşahları mağlûb ederek, Haydarâbâd’ı aldı ve Kutbşahlar Devleti’ni ortadan kaldırmak için Golkonda’yı muhasara etti. Sekiz aylık bir muhasaradan sonra ele geçirerek Kutbşahlar Devleti’ne son verdi.

Çok müttekî olan ve âlimleri seven Âlemgîr Şah, zamanında Gürgâniyye Devleti’ne eski haşmetli devrini yaşattı. Büyük âlim İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin oğlu Muhammed Ma’sûm-i Farûkîve onun oğlu Muhammed Seyfeddîn hazretlerinden feyz aldı. Şeyh Nizam Muînüddîn-i Nakşibendî başkanlığındaki bir hey’ete, Hanefî mezhebi üzerine Fetâvâ-i Hindiyye adındaki çok kıymetli fetva kitabını hazırlattı.

Evrengzîb Âlemgîr Şah, dış siyâsete de önem verdi. Safevîlerle olan saldırmazlık anlaşması devam ettirildi. Basra ve Arabistan’la mektuplaşmalar oldu. Mekke şerîfine elçiler yollanarak, büyük maddî yardımda bulunuldu. Bu devrede, Osmanlı Gürgâniye münâsebetleri de ileri safhada idi.

İkinci Süleyman Hân’ın, Hindistan elçiliği ile vazifelendirdiği Ahmed Ağa, 1690 senesinde büyük bir merasimle karşılandı ve Anadolu’nun temsilcisi olarak kabul edildi. Osmanlıların yanı sıra Batılı devletlerden İtalya, Fransa ve İngiltere ile de temaslarda bulunuldu.

Ebü’l-Muzaffer, Muhyiddîn Evrengzîb ve Gâzî ünvanlarına sâhib olan Âlemgîr Şah, yakalandığı hastalıktan kurtulamıyarak 1707 (H. 1119) senesi Mart ayının üçünde Ahmednagar’da vefat etti.

Gürgâniye Devleti, Evrengzîb’den sonra büyük devlet olma vasfını kaybetmeye başladı. Devlet, halefleri zamanında uçuruma gittiği gibi, hükümdarlar da, gelişen dış baskı netîcesinde yıprandılar.

Bâbürlü Devleti’nde çökme alâmetleri on sekizinci asırda hissedilmeye başlandı. Evrengzîb’den sonra tahta geçen oğlu Birinci Şâh-ı Âlem Bahâdır Şah, devlet işlerini düzene koyduktan sonra, Racput mes’elesini hâlletmek istedi. Fakat bu arada ayaklanan kardeşi ile mücâdele edip, onu bertaraf etti. Bir müddet âsîlerle uğraştı ve 1712 senesinde Lahor’da vefat etti.

Yerine geçen oğlu Cihândâr Şâh’in saltanatı bir sene sürdü. Yerine kardeşi Ferruh geçti. Ferruh’un zamanında devlet büyük iç mücâdelelere sahne oldu. Bu yüzden parçalanmalar meydana geldi. 1722 senesinde Safevîlerin yıkılması ile yeni bir birlik teşkil edip İran tahtına çıkan Nâdir Şah, Afganlaşmış bir Kalaç kabilesi olan Gılzaylar üzerine yürüdü. Gılzaylar yenilince, Hind sınırına sığındılar. Bu yüzden Nâdir Şah Bâbürlüleri bir kaç defa îkâz etti.

Fakat Bâbürlülerin, Gılzaylara ses çıkarmadığını görünce, 1738 senesinde sefere çıkıp, Bâbürlülerin ata yurdu Kabil’i işgal ederek Pencab ve Delhi’yi de aldı. Ele geçirdiği Hind hazînelerini İran’a taşıdı. Nâdir Şâh’ın ölümünden sonra bağımsızlığını îlân eden Ahmed Şah Dürrânî, 1757’de Delhi ve Agra’yı yağmaladı. Hindistan’ı işgal etti.

Kuzeybatı Hindistan’da büyük bir devlet kurdu. 1761’de Pânipüt’te Marât-nâlan müthiş bir bozguna uğrattı. Diğer taraftan, Avrupa devletleri de Bâbür Devleti’nin hâkimiyetini zaafa uğratmak cin büyük çaba sarfettiler. İkinci Âlemgîr Şah vezîri Gazleddîn tarafından öldürülünce, 1760 senesinde İkinci Şâh-ı âlem tahta geçti. İngilizlerin çıkardığı fitnelerle devlet iyice zayıflamıştı. Zor durumda kalan Şâh-ı Alem, İngiliz idaresine giren ilk Bâbürlü hükümdarı oldu.

1837 senesinde Bâbürlülerin son hükümdarı tahta çıkarıldı. Asıl adı Ebü’l-Muzaffer Sirâceddîn Muhammed olan İkinci Bahâdır Şah hükümdar îlân edildi. 1857 senesinde İkinci Bahâdır Şah, büyük bir ayaklanma ile Delhi ve çevresini aldı. Adına para bastırmaya ve hutbe okutmaya muvaffak oldu. İngilizler buna şiddetle tepki gösterdiler.

Hindistan’daki Eshâb-ı kiram düşmanları, hindûlar ve hâin vezir Ahsenullah Hân’ın yardımı ile, İngiliz askeri Delhi şehrine girdi. Evleri, dükkanları basıp, malları ve paraları yağma ettiler. İnsanlık târihinde görülmemiş zulümferle kadın ve çocukları kılıçtan geçirdiler. İçecek su bile bulunmaz oldu. Hümâyûn, Şâh’ın türbesine sığınan çok yaşlı Şâh’ı, çoluk çocukları ile elleri bağlı olarak Kale tarafına götürdüler. Patrik Hudson, yolda Şâh’ın üç oğlunu don ve gömlekle bırakıp, göğüslerine kurşun sıkarak şehîd etti ve kanlarından içti. Cesedlerini kale kapısına astırdı.

Bir gün sonra, başlarını İngiliz kumandanı Henri Bernard’a götürdü. Sonra bu başları suda kaynatıp, Şâh’a ve zevcesine çorba olarak gönderdi. Çok aç olduklarından hemen ağızlarına koydular. Fakat çiğneyip yutamadılar. Ne eti olduğunu bilmedikleri hâlde, çıkarıp toprağa bıraktılar. Hudson hâini; “Niçin yemediniz? Çok güzel çorbadır. Oğullarınızın etinden yaptırdım” diye alay etti. Sonra Sultan’ı, zevcesini ve diğer yakınlarını Rangon şehrine sürerek haps ettiler.

İngilizler Delhi’de üç bin müslümanı kurşunlayarak, yirmi yedi bin kişiyi de keserek şehîd ettiler. Sâdece gece kaçanlar kurtulabildi. Hıristiyanlar, diğer şehirlerde ve köylerde de sayısız müslüman öldürdüler. Târihî san’at eserlerini yıktılar. Eşi bulunmayan ve kıymet biçilemeyen zînet eşyalarını gemilere doldurup, Londra’ya götürdüler. 1862 senesi Kasım ayında, bu son Bâbürlü temsilcisi, ülkesinden çok uzakta hayâta gözlerini kapadı.

İkinci Bahâdır Şâh’ın ölümü ile Bâbür hanedanı, Hindistan’ın târih sahnesinden çekildi. İngilizler, siyâsî iktidarı ele geçirip, hemen her yerde yaptıkları gibi Hindistan’ı da bir isyanlar diyarı hâline getirdiler. Değişik inanç ve kültürdeki insanları birbirlerine karşı kışkırtarak, onların birlik ve düzenine inikân vermeyip, mâlî kaynakları kendi ülkelerine aktardılar. Ayrıca, müslümanlar arasındakj yardımlaşmayı ve kardeşliği yıkmak için çeşitli entrikalar çevirerek, ajanları vasıtasıyla Kâdıyânilik denilen bozuk bir din ortaya çıkarıp, müslümanları doğru yoldan saptırmaya çalıştılar.

Bâbürlü hükümdarları, mutlak hâkimiyetin tek sahibi, aynı zamanda askerî kuvvetlerin başkumandanıydı. Pâdişâhdan sonra devlet işlerinde söz sahibi ikinci kişi Vekil-üs-saltana idi. Bu şahıs, nazarî olarak bütün askerî ve sivil işlerde sultânın vekili idi. Fakat bu makam, her zaman mevcut değildi. Sultanların tam manâsıyla devleti idare ettikleri zamanda, bu görev sâdece bir şeref ünvanı olarak kaldı. Bundan sonra Vezir veya Dîvân-ı âlâ denilen ve mâlî işleri yürüten bir hükümet görevlisi gelirdi. Vezîrin yanında Dîvân-ı Hâlise ve Dîvân-ı Ten adlarında iki yardımcısı vardı.

Dîvân-ı Hâlise, merkezden idare edilen ve gelirleri merkeze gönderilen toprakların işleri ve maaşları ile meşgul olurdu. Dîvân-ı Ten ise, Cagir denilen ve hizmet karşılığı verilen bütün timar işlerine bakardı. Mir Bahşi, merkezde, bütün ordunun idarî ve mâlî işlerinden sorumlu idi. Sadr-us-Südûr, din işlerinin başı olup, aynı zamanda vakıflar, çeşitli yardım ve sadaka işleri, âlimlerin ve din adamlarının geçimleri için ayrılmış toprakların dağıtımı ve denetimi ile meşgul olur ve Kâdı’l-kudât görevini de yapardı.

Bâbürlülerde, Bey karşılığı olarak daha çok Mansabdâr ünvanı kullanılırdı. Bu, mansab sahibi demekti. Me’murların hepsi ve saray görevlileri mansabdâr idi. Bunların sayı ve derecelen devirlere göre değişmekteydi. İlk zamanlar, en alt derecede Dehbaşı (onbaşı) en üst derecede ise Penc-hezârî yâni beş bin kişinin kumandanı bulunurdu. Daha sonra mansabdârlar artırılarak, Heft-hezârî yâni yedi bin kişilik kumandanlık kuruldu. Hanedan ailesinden olmayan kişi, en fazla beş bin kişinin kumandanı rütbesine kadar yükselirdi.

Ayrıca fahrî kumandanlık ünvanları vardı. Bunlar me’mûriyetleri sınıflandırmak ve düzenlemek maksadı ile verilirdi. Daha sonra mansabdârların rütbeleri alınırken, zât ve suvar tâbirleri birlikte kullanıldı. Bâbürlülerde, sivil ve askerî me’mûrlar arasında belirli bir fark yoktu. Bütün me’mûrlar nazarî olarak asker sayılırdı. At sayısına göre maaş alan kumandanlar, kendi atını te’min ederlerdi. Kendi atını te’min edemeyen süvarilere Bagîr denilirdi.

Bâbürlü ordusunda şehzadelerin ve mansabdârların birliklerinden başka, Vâlâşâhî denilen hassa askerleri de hizmet görmekteydiler. Ayrıca Ekber Şah tarafından kurulan ve Ahadi adı verilen bir seçkinler kıtası da vardı. Kumandanlar ve timar sahipleri, adamlarının maaşlarını kendileri ayarlarlardı. Yaya askerlerin savaşlarda yeri yok gibiydi. Her yönden itibâr edilmiyen askeri bir sınıftı. Yayaların savaşçı bölümü; silâhendâzlar, okçular ve mızrakçılardan meydana geliyordu.

Ekber Şâh’ın kumandanlarının, Damga denilen ve on iki bin fitilli tüfekçiden meydana gelen bir birliği vardı. Topçu, ağır ve hafif olmak üzere iki sınıfa ayrılmıştı. Bâbürlü ordusunun ulaştığı en yüksek sayı; iki yüz bini süvari ve kırk bini piyade olmak üzere iki yüz kırk bin kişidir. Ordu, savaşlara, sürgün avları tertipleyerek hazırlanırdı. Askerlerin ferdî eğitimlerine çok önem verilirdi. Gerek silâhlarla, gerekse vücûdu geliştirmek ve harp san’atını öğrenmek için âletli-âletsiz çeşitli idmanlar yaparlardı.

Devletin başlıca gelir kaynağı ziraî mahsûle dayanıyordu. Gümrük, tuz, darbhâne, hediyeler ve cizye ise ikinci derecedeki gelir kaynağıydı. Bunlar içinde cizyenin gelir kaynağı olarak pek az yeri vardı. Ekber Şah zamanında kalrıldı ise de, Evrengzîb Âlemgîr zamanda tekrar konuldu. Başlıca ziraî ürünleri; hububat, darı, bakliyat, küçük ölçüde sebze, şeker ve baharatlar idi.

Avrupa ülkelerine satılan tarım ürünlerinin başında baharat gelirdi. Pamuklu kumaşlar bütün ülkede dokunmaktaydı. Bu kumaşlar, sahile yakın bölgelerden deniz aşırı memleketlere satılırdı. Muslin ve basma gibi ince ve nefis kumaşlar, kara yolu ile uzak ülkelere gönderilirdi. On yedinci asırda Avrupa’ya yapılan Hind bezi ihracâtı büyük bir gelişme göstermişti.

Bâbürlü sultanları ve hanedan ailesi, edebiyât ve güzel san’atlar ile bizzat kendileri de ilgilenirlerdi. Devletin kurucusu Babür Şah; edebiyat ve güzel san’atlar sahasındaki eserleri ile dikkat çeker. Hatt-ı Bâburî adıyla yeni bir yazı stili geliştirmişti.

Çağatay edebiyatının en güzel ve orijinal eserlerini yazdı. Babürnâme, Aruz risalesi, Mübeyyen, Risâle-i vâlidiye tercümesi adlı eserleri ile Dîvânını Çağatay Türkçe’sinde yazdı. Ekber Şah, ilim adamlarını ve şâirleri sarayında himaye etti. İran ve Türkistan’dan gelen bu devir şâirlerinin bir çoğu Türk’tü. Ekber Şâh’ın emri ile, bir hey’et tarafından Târih-i Elfi adıyla Farsça bir eser yazıldı. Yine bu devirde resim ve minyatür san’atında büyük gelişme görüldü.

Bâbürlü sultanları, Hindistan’da bir çok îmâr faaliyetlerinde bulundular. Bâbür Şah, Hindistan’da beş sene gibi kısa bir zaman geçirmesine rağmen, bâzı eserler yaptırmıştı. Pânipüt zaferinin hâtırasına yapılan Kabilşah, Sambhal ve Agra camileri bunlar arasındadır, Hümâyûn Şah devrinde çok sayıda bina yapıldı ise de, bunların pek azı gününüze ulaşabildi.

Fethâbât Camii bunlardan biridir. Ekber Şah da uzun süren saltanatı zamanında bir çok eser yapırdı. Hümâyûn ve Şemsüddîn Eteke Hân türbeleri, Agra ve Lahor kaleleri, Fetîhpur Sikri şehri ve camii, mescid, Şeyh Selim Çeştî ve Muhammed Gavs türbesi, Cavnpûr köprüsü, Agra kalesinle Cihângîr-i Mahal sarayı, Allahâbâd’da Çalis sitûn köşkü, yaptırdığı eserlerin başlıcalarıdır. Cihângîr Şah zamanında mîmârlık çalışmaları, önceki devirlere göre daha azdır. Onun en büyük eserleri, doğu Bengal’de yeni bir eyâlet merkezi olan Dakka’da inşâ edilmiştir. Ayrıca Lahor’daki Moti Mescid onun eseridir. Devrinin en meşhûr eseri, tamâmı beyaz mermerden yapılmış olan kayınpederi îtimâdüddevle’nin Agra’daki türbesidir.

Şah Cihan devrinde, Bâbürlü mimarisi en parlak devrini yaşadı. Onun ilk eserlerinden birisi, eşi Ercümend Bânû Begim için 1630 senesinde inşâ ettirdiği yirmi iki senede tamamlanan ve bir benzeri bulunmayan eşsiz Taç Mahal’dir Osmanlı mimarlarından üstad Mehmed Îsâ Efendi’nin plânına göre yapılan eser, bugün de eski güzelliğini korumakladır. Ayrıca Şah Cihan, Agra ve Lahor kalelerinde bir çok eserler yaptırdı. Delhi’de Şâhcihânâhâd ismiyle yeni bir şehir kurdurdu. Agra kalesinde daha eski devirlerden kalma bâzı yapıları yıktırıp, yerine yenilerini inşâ ettirdi.

Şah Cihan devrinin önemli eserlerinden biri de İstanbul’daki Topkapı Sarayı’nın bir benzeri olan Delhi Kalesi’dir. İki kapılı olan kaleye halk, Lahor kapısından girerdi. Agra ve Delhi’deki Moti mescidlerde, san’at en güzel şeklini bulmuştu. Âlemgîr Şah devrinde mîmârî sahada bir çöküş başlamasına rağmen yine de bâzı eserler inşâ ettirmekten geri kalmadı. Banares’de bir cami, Delhi kalesindeki Moti ve Lahor’da Pâdişâhı Mescidi onun yaptırdığı eserlerden bâzılarıdır.

BABÜRLÜ HÜKÜMDARLARI

BABÜRLÜ HÜKÜMDARLARI Tahta Geçiş
Bâbür Şah (Hindistan’da) 1526 (H. 933)
Hümâyûn Şah 1530 (H. 937)
Ekber Şâh, 1556 (H. 963)
Selim Cihangir Şah 1604 (H. 1013)
Şah Cihan 1628 (H. 1038)
Evrengzîb Âlemgîr 1658 (H. 1069)
Şâh-ı Alem Bahâdır 1706 (H. 1118)
Cihangir iskender 1712 (H. 1 124)
Ferruh 1713 (H. 1125)
Refîudderecût 1719 (H. 1131)
Şah Cihân-ı Sânî 1719 (H. 1131)
Muhammed Şah 1719 (H. 1 131)
Ahmed Bahâdır Şah 1747 (H. 1 160)
Âlemgîr-i Sânî Şah 1753 (H. 1 167)
Şâh-ı Âlem-i Sânî Şah 1759 (H. 1 173)
Ekber Şâh-ı Sânî 1806 (H. 1221)
Bahâdır Şâh-ı Sânî 1837 (H. 1253)

 

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

mersin eskort -
deneme bonusu
- deneme bonusu veren siteler - Goley90 Giriş - youtube beğeni satın al - buy youtube likes - istanbul escorts - beşiktaş escort - beylikdüzü escort - postegro - deneme bonusu veren siteler - deneme bonusu veren siteler - istanbul escort - Baywin Giriş - bonusu veren siteler - sahabet güncel adres - onwin kayıt - Aviator oyna