Miraç Mucizesine İnanmamak Küfür Olur Mu

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Bazı inancı zayıf olan kimseler Peygamberin mîrâc hâdisesine inanmıyorlar. Mirâc hâdisesine inanmamak küfre vesile olur mu?

Birtakım kardeşlerimiz, çeşitli sebeplerle inanmayabilirler. İnanmamak, fiziki alemi görmek için yaratılmış olan bu gözle göremediklerimizi, akıl ile algılayamamaktır. Mirac gerçeği de ve Kainatın en seçkini olan o Zatın s.a.v. bildirdiği gerçekler de asla inkar edilemez. Peygamberimiz’in (asm) “arz ve sema tabakalarından geçerek Cenab-ı Hak ile görüşmesi” demek olan miraç Resulullah efendimizin göklere çıkarıldığı, bilinmeyen yerlere götürüldüğü gecedir. Recebin 27. gecesidir. İsra suresinin ilk âyet-i kerimesinde, Mirac bildirilmektedir.

Mırâç ile İsrâ birbirleriyle ilgili oldukları için kısaca her ikisini açıklamak icâb eder. İsrâ lûgatta; “gece vaktinde yürütmek” anlamım ifâde eder. Istılahta ise Peygamberi gece vaktinde Mescidi Haram’dan Mescid-i Aksâ’ya götürmektir. İsrâ hâdisesi, Kur’ân-ı Kerim in nassı ile sâbit olduğundan onu inkâr etmek küfürdür. Mutezile fırkası, Resulullah efendimizin bir anda, Cenneti, Cehennemi ve daha birçok yerleri gezip gelmesine akıl erdirememiş, “Miracı kabul etmek, Allah’a mekan ittihaz etmek olur” diyerek Miracı inkâr etmiştir.

Mîrâc ise; lugatta merdiven gibi, yükseğe çıkmak için vasıta olan şeydir. Istılahta ise Peygamber’in Mescid-i Aksâ’dan semâlara ve âlem-i ulviye çıkmasıdır. Mîrâc olayı Peygamberin hadisiyle sâbit olmuştur. Ancak hakkında varid olan hadisler mütevâtir değil, meşhür ve âhâd olduklarından onu — Mîrâcı — inkâr eden kimse kâfir değildir, bidatçıdır. Ulemamın çoğu, Necm sûresinin mîrâca delâletinin kat’î değil, zanni olduğunu söyler.

İsrâ ile mîrâc rûh ile mi, yoksa ruh ve cesedle mi olmuştur? Bu hususta ihtilâf vardır. Ehl-i Sünnet velcemâatm kahir ekseriyeüne göre İsrâ ile mîrâç ruh ve cesedle olmuştur.

Ruh ve cesedle oluşları tuhaf görünse de, uzak görmemek lâzımdır. Bütün mu cizeler böyle değiller mi? Yâni harikulâde ve t’ tuhaf şeylerdir. Ayrıca yer ve gökleri yaratan Allah’ın kudretine nisbet edildiği zaman mîrâc hâdisesi küçük bir olaydır. Peygamberlik dâvası, bundan daha garip görünen bir temele dayanır. Çünkü Peygamber (sav) bütün dünyaya şöyle ilân ediyordu: “Ben Allah’ın resûlüyüm, Cebrail benimle Allah arasında bir vasıtadır. Bana vahy getirir. Bu hayattan sonra âhiret hayatı vardır. Âhiret hayatını kurtarabilmek için bana tâbi olmak icâb eder. Bana tâbi olmayan kimse mutlaka ziyandadır, âhiret âleminde Cennet ve Cehennem vardır. Bana inananlar Cennet’e, inanmayanlar Cehenneme gideceklerdir.”

Bu söz ve iddialar bir şahsın Mekke’den Mescid-i Aksâ’ya, Mes-cid-l Aksâ’dan da göklere kadar gittim demesinden daha büyüktür.

Hz. Aişe, Mu’âviye, Enes, İkrinıe ve Haşan el-Basrî’nin bir rivâyetine göre Hz. Peygamberin isrâ ile mîrâcı rûlıani yâni rü yayı sâdıka ile olmuştur. Bizim inancımız, ehl-i Sünnet ve’l-cemâatin kahir ekseriyetinin (çoğunluğunun) inancı gibidir. Bir meselede icmâ veya icmâ’a yakın büyük çoğunluğun kararı olursa onu kabullenmek lâzımdır. Ayrıca bu olay rüyâda vaki olsaydı inanmayan kimselerin tepkisine vesile olup da onların mürted olmalarına sebep olmazdı. Bununla berâber isrâ ile mîrâc hâdisesinin rüyâda vaki olduğuna inanan kimse için, “kâfir” veya “müptedi’dir diyemeyiz. Hülâsa ehl-i Sünnet ve’l-cemâatin görüşüne göre isrâ ile mîrâc ruhen ve ceseden vaki olmuştur. Peygamber (sav) beşer gücüyle bunu yapmıştır. Uzaydaki milyarlarca yıldızlan yaratıp gezdiren Allah Teâlâ’dır. Ve kendisi için gayret kolaydır. İsrâ hadisesini inkâr eden kimse kâfir, mîrâcı inkâr eden de ehl-i bid attir.

Bediüzzaman Hz. bu konuyu her yönüyle ele almış olup, her okuyanı tamamen tatmin etmektedir. Sadece ana başlıklarını vererek, sizleri tekrar Mirac Risalesini okumaya havale ediyorum. (Sözler, 516. sayfa. 31. Söz. Toplamı 27 sayfa.)

Hz. Resulullah’ın Mirâç Olayı’na inanmayan Mekke müşriklerinin, Mescid-i Aksâ’ya gidip gitmediğini anlamak için, Hz. Resulullah’a Mescid-i Aksâ hakkında sorular sormaları üzerine, Allah tarafından Mescid-i Aksâ görüntü olarak Hz. Resulullahın önüne getirildi ve ona bakarak soruları cevaplandırdı.

Şimdi tarih bilimi ışığında ciddîyetle düşünelim, 500 sene evvel yok edilen bir mabed hakkında, müşrikler sanki onu görmüşler ve biliyorlarmış gibi nasıl soru sorabilirler? Kaldı ki, Kureyş’liler arasında da Yahudiler yoktu. 500 seneden beri hiç bir Kureyş’li Beytul Makdis’i katiyen görmemiştir. Kaldı ki, konu olan Mescid’i Aksâ’dır, Hangi kaynaktan mevcut olmayan bu mescidi öğrendiler ve sanki onu görmüşler gibi, Hz. Resulullah’a soru yönelttiler? Hz. Resulullahın önüne görüntüsü getirilen mabet hangisidir? Diye sorulduğunda, rivâyet edenlerin bazıları, Mescid-i Aksâ olarak bilinen Beytul Makdis olduğunu söylüyorlar. Eğer Allah, 500 sene evvel yıkılan mescidi, Hz. Resulullah’ın önüne getirerek sorulan sorulara cevap vermesini sağladı ise, soru soranlar, bilmedikleri, hiç görmedikleri mescid hakkında aldıkları cevaptan sonra, nasıl “Doğru söyledin” diyebildiler? İzmir İlâhiyat Fakültesi’nden Doç. Dr. Ahmet Güner’in “Söz konusu hadisler, Mescid-i Aksâ’nın Hz. Peygamberden sonra, belki de halife Velit tarafından yeniden inşa edilip yaygın bir ziyâret mahâlli hâline gelmesinin ardından, değişik nedenlerle uydurulmuş olmalıdır.” Açıklaması konuya biraz açıklık getirmektedir.
Bu rivâyetler dikkatlice incelendiğinde iki önemli sebepten dolayı yapıldıklarını anlamaktayız.

1) Hz. Resulullah sevgisi.

2) İslâm düşmanlarının, münafıkların, Yahudilerin, Müslümanların kafalarını saptırmak için uydurdukları rivayetlere, zamanla Müslümanların inanarak sahiplenmeleridir.
Elçilik görevini ve Elçileri iyi tanıyıp anlamayan insanlarda, Hz. Resulullah sevgisi ifrat derecesine ulaşmıştır. Yahudiler ve Hıristiyanlar, elçilerine insan idrakinin üstünde efsaneler uydurarak bunları gerçekmiş gibi anlatmışlardır. Tabii ki Müslümanlar bunlardan hiç geri kalırlar mı? Çünkü Hz. Resulullah’ı bütün elçilerden üstün kabul etmişlerdir. Maalesef Müslümanlar, kendilerinin bu zayıf tarafını iyi tespit eden din düşmanlarının, uydurdukları yalan ve düzmece rivâyetlere inanmışlardır. İlk dönemin saf ve her habere inanan insanları, Resulullah’ı öven ve ona insan idrakinin üstündeki olayları yakıştıran her haberin, Kur’an’a göre doğruluğunu araştırmadan sahiplenmişlerdir. Tabii ki binlerce seneden beri İslâm Devleti’ni yöneten hanedanların da, bu rivayetleri desteklemeleri ve yaygınlaşmasını sağlamalarından, halk arasında kesin olaylar olarak kabul edilmişlerdir.

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir