Süluk ne demektir

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Seyru sülûk, tasavvufta bir terbiye disiplinini ifade eder. Gerçek bir mürşide biat ederek tasavvuf ilminin konusu olan zikir, fikir, ihlâs, muhabbet ve benzeri şeyleri yaşayıp tatbik etmek ve o mürşidin eğitimine tâbi olmaktır.

Seyru sülûkun en ileri mertebelerine Peygamberimiz mazhar olmuştur. Onun mi’racının hakîkati, kemâlat mertebelerinde seyru sülûktan ibarettir.(Nursî, Sözler, s. 528) Bütün evliyaullahın seyru sülûkleri, Resulullah’ın mi’racının gölgesinde ilerlemek ve Onun mazhar olduğu İlâhî isimlere, bir derece mazhar olmaya çalışmaktır.

Takvâ sâhiblerinin ihlâs ile yaptığı farzlar, kurb yâni Allahü teâlâya yakınlık hâsıl eder. Hâsıl olan bu kurb, nâfilelerle hâsıl olandan elbette daha çoktur. Takvâ ve ihlâs elde etmek için de, tasavvuf ehlinin bildirdikleri vazîfeleri yapmak lâzımdır. Farzların kurb hâsıl etmesi için nâfile vazîfeleri yapmak şarttır. Sülûk vâsıtasıyla, insanda fenâ hâsıl olur, yâni Allahü teâlâdan başka her şeyin sevgisi kalbinden silinir. Sonra bekâ denilen hâl hâsıl olarak, Allahü teâlânın sevgisi kalbine yerleşir. Her şeyi Allah için sever. Her işi, Allah için yapar. Böyle insana velî denir. (İmâm-ı Rabbânî)

Velayet ve marifetullahı kazanmak ve zahirden hakikate geçmek iki tarz ve iki usul ile oluyor. Biri, akrabiyet, diğeri ise kurbiyettir. Bu metot ve terbiye şekillerinin ve tarzlarının izahını Üstat şöyle tarif ediyor.

“İKİNCİ VECİH: Sahâbelerin kurbiyet-i İlâhiye noktasındaki makamlarına velâyet ayağıyla yetişilmez. Çünkü Cenâb-ı Hak bize akrebdir ve herşeyden daha ziyade yakındır; biz ise Ondan nihayetsiz uzağız. Onun kurbiyetini kazanmak iki suretle olur:”

“Birisi: Akrebiyetin inkişafıyladır ki, nübüvvetteki kurbiyet ona bakar ve nübüvvet veraseti ve sohbeti cihetiyle sahâbeler o sırra mazhardırlar.”

“İkinci suret: Bu’diyetimiz noktasında kat-ı merâtip edip bir derece kurbiyete müşerref olmaktır ki, ekser seyr ü sülûk-u velâyet ona göre ve seyr-i enfüsî ve seyr-i âfâkî bu suretle cereyan ediyor.”

“İşte, birinci suret sırf vehbîdir, kisbî değil. İncizabdır, cezb-i Rahmânîdir ve mahbubiyettir. Yol kısadır, fakat çok metin ve çok yüksektir ve çok hâlistir ve gölgesizdir. Diğeri kisbîdir, uzundur, gölgelidir. Acaip harikaları çok ise de, kıymetçe, kurbiyetçe evvelkisine yetişemez.”

“Meselâ, nasıl ki dünkü güne bugün yetişmek için iki yol var: Birincisi, zamanın cereyanına tâbi olmayarak, bir kuvvet-i kudsiye ile, fevkazzaman çıkıp, dünü bugün gibi hazır görmektir. İkincisi, bir sene kat-ı mesafe edip, dönüp dolaşıp düne gelmektir. Fakat yine dünü elde tutamıyor; onu bırakıp gidiyor.”

“Öyle de, zâhirden hakikate geçmek iki suretledir: Biri, doğrudan doğruya hakikatin incizabına kapılıp, tarikat berzahına girmeden, hakikati ayn-ı zâhir içinde bulmaktır. İkincisi, çok merâtipten seyr ü sülûk suretiyle geçmektir. Ehl-i velâyet, çendan fenâ-i nefse muvaffak olurlar, nefs-i emmâreyi öldürürler; yine Sahâbeye yetişemiyorlar. Çünkü Sahâbelerin nefisleri tezkiye ve tathir edildiğinden, nefsin mahiyetindeki cihâzât-ı kesire ile, ubudiyetin envâına ve şükür ve hamdin aksâmına daha ziyade mazhardırlar. Fenâ-i nefisten sonra ubudiyet-i evliya besâtet peydâ eder.”(1)

“DÖRDÜNCÜ NOKTA

“Sahabelerden ve Tâbiîn ve Tebe-i Tâbiînden en yüksek mertebeli velâyet-i kübrâ sahibi olan zatlar, nefs-i Kur’ân’dan bütün letâiflerinin hisselerini aldıklarından ve Kur’ân onlar için hakikî ve kâfi bir mürşid olduğundan gösteriyor ki, her vakit Kur’ân-ı Hakîm, hakikatleri ifade ettiği gibi, velâyet-i kübrâ feyizlerini dahi ehil olanlara ifâza eder.”

“Evet, zâhirden hakikate geçmek iki suretledir:”

“Biri: Tarikat berzahına girip, seyr ü sülûk ile kat-ı merâtip ederek hakikate geçmektir. İkinci suret: Doğrudan doğruya, tarikat berzahına uğramadan, lûtf-u İlâhî ile hakikate geçmektir ki, Sahabeye ve Tâbiîne has ve yüksek ve kısa tarik şudur. Demek, hakaik-i Kur’âniyeden tereşşuh eden nurlar ve o nurlara tercümanlık eden Sözler, o hassaya mâlik olabilirler ve mâliktirler.”(2)

Seyrü süluku ruhani de aynı kalbin terbiye ve inkişafı gibi bir hedef ve varılacak bir neticedir, yani ruhun terbiye ve inkişafıdır. Burada asıl olan o terbiye ve inkişaf metotlarının nasıl ve ne şekil olacağıdır; kısalık ve uzunluk buradadır. Yani seyrü suluku kalbi ile ruhani’de esas olan, terbiyenin ve inkişafın nasıl ve ne şekilde olacağıdır. Bunun izahını da Üstat yukarıda yapmış.

(1) bk. Sözler, Yirmi Yedinci Söz.

(2) bk. Mektubat, Yirmi Sekizinci Mektup Üçüncü Mesele.

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir