Akka Müdafaası Nerede ne Zaman Oldu

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Selâhaddîn-i Eyyûbî’nin haçlılara karşı yaptığı iki yıl süren essiz müdâfaa.

Allahü teâlânın gönderdiği hak dîni, kendi sapık emellerine âlet ederek bozanlardan papa İkinci Urbanus, Kudüs’ü müslümanların elinden kurtarmak için 1095 yılında Clermont konsilinde yaptığı konuşmayla, haçlı seferlerini başlattı.

Bâzı iktisadî, siyâsi ve ictimâî sıkıntılardan kurtulmak isteyen Avrupalı krallarca desteklenen haçlı seferleri, bedavadan yaşamak, doğunun zenginliklerini yağmalamak arzusu ile yanıp tutuşan kimselerin cazibesini çekti. Kudüs’ü müslümanlardan alarak bedavadan Cennet’e girmek sevdasına kapılan fşnatik hıristiyanlar da bu işe can ü gönülden iştirak etti. İstanbul üzerinden Anadolu’ya geçen iki yüz bin kişilik çapulcudan sonra, altı yüz bin kişilik haçlı sürüsü de, kahraman Selçuklu askerlerinin kılıçları karşısında telef oldular.

Kurtulanlar ise, binbir zorlukla Antakya ve Urfa’yı ele geçirdiler. Anadolu’da çok zulüm yapıp, hıristiyan-müslüman ayırımı yapmadan pek çok adam öldürdüler, hattâ bir lokma yiyecek için insanları katlettiler. Haçlı kuvvetleri Anadolu’dan çıkarken, kırk bin civarına düştü. Eshâb-ı kiram düşmanı Fâtımîlerin idaresinde bulunan ve lâyıkıyla müdâfaa edilmeyen mübarek Kudüs şehrini ele geçirdiler. Yetmiş bin müslüman ve yahûdiyi hunharca katlettiler. Mâbedlere sığınan kadın ve çocukları binbir eziyetle kılıçtan geçirdiler.

Kudüs’te bir Latin krallığı, Antakya ve Urfa’da birer haçlı kontluğu kurdular. Urfa’nın Musul Atabeki İmâdeddîn Zengi tarafından ele geçirilmesi, İkinci haçlı seferinin başlatılmasına yol açtı. 1147-1149 yılları arasındaki bu sefere katılanlar da Selçuklu Türklerinin kılıçlarından kurtulamadılar. Pek az bir kısmı Şam’a kadar ulaşabildi. İslâm âleminin çok sıkıntıda olduğu böyle bir devrede büyük İslâm mücahidi Selâhaddîn-i Eyyûbî, Mısır’ı ele geçirip, Eshâb-ı kiram düşmanlarının elinden kurtardı ve Eyyûbî Devleti’ni kurdu.

Devletini kuvvetlendirip, barbar haçlı çapulcularının zâlim çizmeleri altında inleyen İslâm beldelerini kurtarmaya başladı. Resûlullahın (sallallahü aleyhi ve sellem) sünnetine, Eshâb-ı kiramın aleyhimürrıdvân yoluna uymakta eşsiz gayret göstererek asker ve ahâlisinin büyük sevgisine mazhar oldu. İslâm âlimlerinin dualarını aldı. Kudüs’ün işgalinden doksan sene sonra 1187 (H. 583) yılında Hattîn zaferini kazanarak, haçlıları perişan etti.

Bu muharebede haçlılardan pek çoğu savaş meydanında öldü; ileri gelenleri de esir edildi. Haçlıların çok ehemmiyet verdiği Salûbet haçı, müslümanların eline geçti. Kudüs’ü zâlimlerin pençesinden kurtardı. Hıristiyan ahâliye ve esirlere güzel muamelede bulundu. Ülkenin en büyük liman ve ticâret merkezi olan Akka’yı da aldı.

Selâhaddîn Eyyûbî, Kudüs’ü fethedince, haçlıların ileri gelenleri, ruhban ve papazlar Sur şehrine toplandılar. Kudüs patriği beraberinde bulunan bir hey’etle, Avrupa hıristiyanlarını Kudüs’ü kurtarmak için sefere davet etti. Bütün hıristiyan beldelerden, kadınlara varıncaya kadar eli silâh tutan herkes bu davete uyarak Sur şehrine geldiler.

Avrupa kralları da bu davete uyarak Üçüncü Haçlı Seferini başlattılar. Haçlı seferlerinin en büyüğü olan bu sefere katılmak için, Alman imparatoru Frederich Barbarossa kara yolu, Fransız kralı Philippe Auguste ile İngiliz kralı Arslan Yürekli Richard da deniz yoluyla hareket ettiler.

1189 (H. 585) senesi Ağustos ayının yirmiikisinde Sur şehrinde toplanan haçlılar, sahil yolundan sefere çıktılar. Donanmaları da denizden onları tâkib ediyordu. Bu hâl müslümanların gözünden kaçmıyor, zaman zaman vur-kaç taktiği ile onlara zayiat verdiriyorlardı. Selâhaddîn-i Eyyûbî’nin fikri, onlarla paralel gidip, zaman zaman onları vurmak suretiyle hem zayiat verdirmek, hem de ganimet ve lüzumlu silâhlar elde edebilmekti. Fakat tâkib edilen yolun darlığı ve mevkinin sarp ve sert olması sebebiyle, bâzı kumandanlar bu fikre muvâffakat etmediler. Böylece sultan, başka bir yoldan Akka’ya gitmek zorunda kaldı.

Ağustos ayının yirmi yedisinde, Fransızlar Akka’yı kuşattılar. Şehirdeki müslümanlar Akka kalesine sığındılar. Kalenin kuvvetli bir şekilde Frenkler tarafından kuşatıldığını, müslümanların da kahramanca müdâfaa ettiğini gören Selâhaddîn-i Eyyûbî, Eylül ayının ortalarında şehrin kuzey tarafından düşman çemberini yararak, Akka’ya girdi ve kaledeki kuvvetlerini takviye etti. Hüsâmeddîn Ebü’l-Heycâ el-Semîn’i kale kumandanı tâyin etti. Kalenin burçlarından düşmanın kuşatmadaki birliklerinin durumunu inceledi. Daha sonra tekrar, geldiği gibi sür’atle kaleden çıktı. Bir kaç hamlede düşmanı perişan edip ordugâhlarına sığınmaya mecbur bıraktı.

Selâhaddîn-i Eyyûbî’nin bu şimşek gibi hareketi, haçlıları şaşırttı. Muhasarayı bırakmaya karar verecekleri an, haçlı donanması sahile yanaştı ve muhasaraya devam ettiler. Gemilerden yaklaşık bin süvari ve otuz bin piyade karaya çıktı. Selâhaddîn-i Eyyûbî, beraberindeki mücâhidlerle onların karşısına dikildi. Akka ovasında büyük bir muharebe oldu. Selâhaddîn-i Eyyûbî, askerlerini hilâl şeklinde tertipledi. Haçlılar, İslâm ordusunun sağ cenahına yüklendiler. Sağ cenahı geriye püskürttükten sonra, merkeze hücûm ederek, Sultan’ın çadırına kadar geldiler. Sultan, soğukkanlılığını kaybetmeyerek hâdiseyi takip ediyor, düşmana en kısa zamanda nereden hücûm etmesi îcâbettiğini hesaplıyordu. Birden merkezdeki kuvvetleriyle, düşman ordusunun arka saflarında duran eski Kudüs kralının bulunduğu yere hücûm etti.

Geçtiği yerleri tamamen dağıtarak ilerledi. Bu sırada bozulan sağ cenahın kumandanı, Sultanın yeğeni Takiyyüddîn, askerini toplayarak Sultan’ın yardımına yetişti. İki güç birleşince, düşman siperlerine kadar vardılar. Fakat düşmanın, Sultan’ın çadırı etrafında yerleştiği haberi gelince, mecburen geriye döndüler. Oradaki haçlıların hepsini kılıçtan geçirdiler. Eman dileyenler esir edildi, ölenler o kadar çoktu ki, koca çöl baştan başa kana boyanmış, büyük bir mezarlığa dönmüştü. Selâhaddîn-i Eyyûbî bu meydan muharebesinde galip gelmesine rağmen, kaleyi muhasaradan kurtarmak mümkün olmadı. Mslümanlardan Emir Ali bin Merdan, Kudüs valisinin kardeşi Zahir, âlim Cemâlüddîn bin Revana ve devletin ileri gelenlerinden bir çoğu şehîd oldu.

Öldürülen haçlıların sayısı on bini buluyordu. Pek çok esir alınmıştı. Esirler arasında üç kadın süvari de vardı. Haçlı ölüleri tehlikeli bir durum arzediyordu. Sultan herhangi bir hastalık tehlikesinden korumak için Harrûbe’ye hareket etti. Fakat, daha önceleri olduğu gibi, yine acı veren kulunç hastalığına yakalandı. Tabibler, bölgeden ayrılıp, bir müddet dinlenmesini tavsiye ettiler. Böylece harp meydanından uzaklaşması için iki sebep bir araya geldi. Durumu kale kumandanına bildirdi.

Selâhaddîn-i Eyyûbî oradan ayrılınca, haçlılar muhasarayı daha da şiddetlendirdiler. Ayrıca çadırlarının etrafına hendekler kazarak deniz suyuyla doldurdular. Çıkan toprağıda hendeğin etrafına sur yaptılar. Haçlıların bu faaliyetleri, hemen Selâhaddîn-i Eyyûbî’ye ulaştırıldı. Bu durum karşısında Selâhaddîn-i Eyyûbî, kumandanlarına şöyle bir konuşma yaptı: “Allahü teâlâya hamd, Resûlüne salât ve selâm olsun.

Biliniz ki, bunar Allahü teâlânın ve biz müslümanların düşmanıdırlar. İslâm topraklarına ayak basmışlardır. İnşâallah onlara karşı zafer parıltıları görünmüştür. İnşâallah zafer bizim tarafımızda kalacaktır. Ancak bunun için gayret lâzımdır. Allahü teâlâ cihâdı bize farz kıldı. Bize Melik Âdil’den başkasından yardım gelmeyecek ve bu yardımın ulaşması yakındır. Şayet düşman karşımızda dayanıp, uzun müddet kalırsa, onlara büyük yardım gelir. Benim bu hususta kat’î olan fikrim, derhâl düşmanla muharebe etmektir. Sizler de bu husustaki fikirlerinizi söyleyin.” Fakat devletin bâzı ileri gelenleri, haçlıların durumuna hiç önem vermiyorlar ve Fransızlar karşısında galip geleceklerini umuyorlardı.

Tedbiri elden bırakmayan Selâhaddîn-i Eyyûbî, kardeşine ve diğer müslüman sultanlara haberler göndererek, haçlılara karşı yardım istedi. Halîfeye de yardıma olan ihtiyâcını kat’î şekilde ifâde eden bir mektup yollayıp şöyle dedi:

Allahü teâlâ halîfenin hükmünü dâim eylesin. Onun hükmünü bütün müslümanlara ulaştırsın. İşlerini kolaylaştırsın. Ona lütfü ile muamele buyursun. Amellerini güzel bir kabul ile kabul buyursun, bereketli eylesin. Düşmanlarını zelîl kılsın. Onları azabına duçar eylesin.

Bu hizmetçiye zâtı âliniz tarafından yüksek bir üslub ile çok te’sirli olarak yazılmış bir mektup geldi. Onu bütün dostlara okudum. Bu, onların cihâda olan azîm ve iştiyakını artırdı. Her biri kınından sıyrılmış kılıç, parıldayan bir ateş parçası gibi oldu. Sanki onlara emniyetlerini garanti eden bir mektup gelmiş veya îmâna çağıran bir münâdînin sesini işitmişler gibi; “İşittik, itaat ettik, gücümüzün yettiğini yapacağız” dediler. Yüzlerinden cihâda olan arzulan kolayca seziliyordu.

Müslümanlar nâmına bu hizmeti yapıyorlardı, ölüm meydanına ayaklarını bastılar. Bütün bunları Allahü teâlâya, Resûlüne ve halîfe-i müslimîne itaat için yapıyorlardı. Attıkları oklar isabet edince; “Hakîkatte atan Allahü teâlâdır” diyorlardı.

Kâfirler, denizden, deniz dalgalarından daha çok gemilerle yardım alıyorlar. Gelenler, deniz suyundan daha acı olarak müslümanların karşısına çıkıyorlar. Küfür ehli her taraftan sayılamıyacak kadar kalabalık ordular topladı. Müslümanlar karada onlardan birisini öldürse, denizden onun yerine bin kişi geliyor, onlardan bir saf tamamen imha edilse, yerine bir saf daha çıkıyor. Üstelik üzerlerine sağlam zırhlar giymişler.

Onlardan bir baş kesilse, yerine bir çok başlar çıkıyor, onlardan gelenler geldikleri gibi öldürülüyor, ancak bitmek bilmiyorlar. Dirileri ölüleri ile çoklukta birbiri ile yarış ediyorlardı. Zamanın uzaması, bir netice alınmaması, asker üzerinde bir bıkkınlık meydana getirdi. Bunun yanında yiyecekleri ve silâhları da kalmadı. Ordumuzu daha önce bilen ve şu andaki hâlini gören herkes, Bedr muharebesinde Resûlullah efendimizin sallallahü aleyhi ve sellem, Allahü teâlâya yalvarışı gibi; “Yâ Rabbî! Sen şu bir avuç cemâati helak edersen, artık sana yer yüzünde hiç ibâdet olunmaz…” diye yalvarır.

Bu duayı emîr-ül-mü’minîn yaparsa daha hâlis olur. Kabul olması umulur. Nasıl böyle denmez ki, bütün haçlı ordusu bütün ehl-i küfür denizini doldurmuş. Haçlıların hepsi demirden elbiseler giymişler…”

Bir süre sonra Emîr Hüsâmeddîn Lü’lü’ün kumandasında elli parçalık müslüman donanması Akka önlerine geldi. Ayrıca Selâhaddîn-i Eyyûbî’nin kardeşi Melik Âdil de Mısır’dan topladığı askerlerle karadan Akka’ya ulaştı. Emîr Hüsâmeddîn, derhâl düşman donanmasına saldırarak, bir çok gemiyi ele geçirdi. Akka önlerine demirleyen İslâm donanması, bahara kadar Akka’yı müdâfaa ederek, düşmanı içeri sokmadı.

Donanmayla birlikte bol mikdarda erzak geldiği için, kaledeki müslümanlar yiyecek yönünden rahatladılar. Ayrıca, bahar gelince, çeşitli cephelerde çarpışan Eyyûbî ordusu, Akka önlerine geldi. Halîfe çok miktarda neft yağı ve silâh gönderdi. Selâhaddîn-i Eyyûbî, Harrûbe dağından Akka ovasına inerek, kumandayı tekrar ele aldı.

Haçlılar ordugâhlarını büyük bir şehir hâline getirmişlerdi. Böylece haçlılar kaleyi, Selâhaddîn-i Eyyûbî de haçlıların ordugâhını muhasara etti. Düşman kaleye hücûm ettikçe, Sultan da düşmana hücûm ediyor, her gün binlerce haçlı öldürülüyordu. Bu sırada Hüsâmeddîn Lü’lü’ün kumandasındaki İslâm donanması, dört taraftan gelen haçlı yardımlarına mâni olamadığı için haçlıların sayıları devamlı artıyordu. Muhasarada savaşsız bir saat bile geçmiyordu, öyle ki, Selâhaddîn-i Eyyûbî’nin günlerce, haftalarca hiç uyumadığı ve yemek yemediği oluyor ve “Allah’ım! Şeytanın zulmünü üzerimizden çevir.

Yâ Rabbî! Bize olan nîmetini kesme. Bize lütfettiğin yardımını bizden alma. Setrettiğin güçsüzlüğümüzü onlara gösterme…” diye Allahü teâlâya yalvarıyordu. Haçlılar kış döneminde tahta ve demirden üç tane kule yaptılar. Neft yağı döküldüğünde yanmaması için, burçlara sirke ile sulandırılmış deriler geçirdiler. Her kuleye beş yüz asker yerleştirdiler. Tekerlekler üzeri ne yerleştirilen bu kuleler, Akka’nın burçlarından daha yüksekti. İstenilen yöne de götürülebiliyordu.

Ayrıca her kulenin üzerinde büyük bir mancınık vardı. Bu kuleler, kaledeki müslümanlara oldukça sıkıntı veriyordu. Selâhaddîn-i Eyyûbî kuleleri neft yağı ile yaktırmşk istedi. Bu konuyla ilgilenen bütün san’atkârları çağırttı. Şayet bu kuleleri yakabilirlerse pek çok hediyeler vereceğini vâd etti. Ali bin Arifunnuhhâsîn isimli Şamlı bir bakırcı, burçları yakabileceğini söyledi. Beyaz nefti, bildiği bâzı maddelerle karıştırdı.

Üç tane büyük bakır tencerede onları kaynattı. Kaynamış olan beyaz nefti tenceresiyle birlikte, mancınıkla burçların üzerine fırlattı. Burçların üzerine dökülen bu madde ilk önce ateş almadı. Bu durum karşısında, haçlı askerleri gülüyor ve hiç bir şeyin burçlarını yakamayacağına inanıyorlardı. O genç biraz sonra, akkor hâline gelmiş bir mikdar ateşi kulelerin üzerine fırlattı.

 

Allahü teâlânın izni ile kulelerin üçü de alev alev yanmaya başladı. Kulelerin alev alev yandığını gören müslümanlar, hep birden tekbir getirdiler. Her taraf tekbir sesleriyle inliyordu. Fransızların yapmak için altı ay çalıştıkları bu kuleler, bir günde Allahü teâlânın izni ile kül oldu. Selâhaddîn-i Eyyûbî, kuleleri yakan gence kıymetli hediyeler vermek istedi. Fakat genç; “Bunun için sizden ne bir mükâfat, ne de bir teşekkür isterim. Ben bu işi sevâb umarak, sırf Allahü teâlânın rızâsı için yaptım” dedi.

Selâhaddîn-i Eyyûbî, insan gücünü aşan gayret ve çalışmasıyla, düşmana karşı sayısız galibiyetler kazandı. Buna rağmen kaleyi muhasaradan kurtaramadığına üzülüyordu. Bu sırada, Alman imparatorunun yüz binden ziyâde zırhlı asker ile Akka’ya doğru gelmekte olduğu haberi geldi. Sultan çok üzülüp, çâreler aramaya başladı. Bunun için çevrede bulunan Atabeklerden, İslâm devletlerinden ve Selçuklu sultânı Kılıç Arslan’dan yardım istedi, Gönderdiği mektuplarda şunlar yazılıydı; “Haçlı orduları, deniz dalgalarından daha çok olup, karada biri öldürülse, denizden binlercesi gelmektedir.

Tohumu hasadından ziyâde olup, ağaç budandıkça, bıçakla kesilmeyecek kadar dallar sürmektedir. Ordularını, içine girilmesi mümkün olmayan bir kale hâline koydular. Buna rağmen, onların pek fazlasını telef ettik, öyle ki, kılıçlarımız kâfir kanından aşındı. Bizim askerlerimiz de, bu bitmek bilmeyen savaştan usanmaya başladı. Keşke Allahü teâlâ lütfetse de, bu âciz kulları bulundukları ızdıraptan kurtarsam. İçinde bulunduğumuz durumu mektupla anlatmak mümkün değildir. Buradaki durumu bir görseniz, gözyaşlarınızı tutamazsınız.” Daha buna benzer yaralı kalblerin feryâdlarını dile getiren sözlerle, İslâm askerinin düştüğü vahim durumu beyân etti.

Buna rağmen, Kılıç Arslan’dan başka kimseden bir ses çıkmadı. Selçuklu sultânı Kılıç Arslan, İslâm’ın heybetini ve üstünlüğünü göstererek, sâhib olduğu az bir kuvvetle, düşmanın geçeceği yollara çok sağlam bir sed çekti. Çete harbine başladı. Yaptığı baskınlar ve kanlı meydan muhârebeleriyle, Suriye hududuna gelinceye kadar, haçlıların yüzde seksenini telef etti, Silifke civarında Alman imparatorunun nehre düşerek ölmesiyle, Haçlı ordularının maneviyâtı iyice bozuldu. Akka’ya, ancak beş bin kişi gelebildi. Anadolu’daki bu hâdiselerden haberi olmayan Akka’daki haçlılar, Alman imparatoru’nun gelmesi yaklaştıkça, müdâfaayı bırakıp saldırıya geçtiler.

Bir gün cesaretleri artarak, yaptıkları meydan muharebesinde, İslâm ordusunun sağ cenahına yüklendiler. Sultan’ın kardeşi Melik Âdil, sahte bir geri çekilme ile düşmanı istediği mevkîye kadar götürdü. Sonra birden yön değiştirip, düşmanın arkasına geçti. Arada sıkışıp kalan haçlıları kılıçtan geçirmeye başladı. Bunu gören diğer hıristiyanlar onlara yardım için koştuklarında, Selâhaddîn-i Eyyûbî de onların üzerine hücûm etti ve savaş oldukça şiddetlendi. Sekiz saat süren çok kanlı bir çarpışmadan sonra, düşmanın üçte biri daha kırıldı. Geri kalanın da çoğu, yaralı bir hâlde ordugâhlarına kaçtılar.

Bu sırada, Akka kalesi içinde mahsur kalan İslâm askerleri de hücûm edince, düşmanın zâyiâtı kat kat arttı. Şimdiye kadar yapılan meydan muharebelerinin en büyüğü olan bu savaşta yenilmeleri, Alman imparatorunun ölümü ve askerinin sâdece beş bin kadarının kurtulduğu haberinin de gelmesi, haçlıların maneviyâtını iyice bozdu. Aman dileyip, Avrupa’ya dönmeye karar verdiler. Fakat bu sırada bir haçlı ordusunun deniz yoluyla yardıma gelmesiyle muhasarayı kaldırmaktan vazgeçtiler: Bu sırada, günlerdir uykusuz ve aç olan Selâhaddîn-i Eyyûbî bitkin düşüp, eski hastalığı yeniden nüksetti. Mecbur kalarak, sıhhate kavuşmak için Harrûbe dağına çekildi.

Bir taraftan hastalığını yenmeye uğraşırken, bir taraftan da güvercinlerle, dalgıçlarla, kaledeki İslâm askerlerine gönül alıcı haberler gönderip, talimatlar veriyordu. Bu arada Akka komutanından, erzağın bitmek üzere olduğunu bildiren bir mektup geldi. Fakat Selâhaddîn-i Eyyûbî bu haberi gizledi. Çünkü bu haberin düşman kulağına ulaşarak müslümanlara hücûm etmelerinden ve müslümanların morallerinin bozulmasından çekiniyordu.

 

Derhâl Mısır’da bulunan donanma kumandanına, erzakla Akka’ya gelmesini bildiren bir mektup yazdı. Fakat donanmanın gelmesi gecikti. Mısır donanması Akka önlerine gelince, Fransız donanması ona mâni olmak ve erzağı telef etmek istedi. Denizde iki donanma arasında şiddetli bir muharebe oldu. Karada bu muharebeyi seyreden müslümanlar, Mısır donanmasının selâmeti için Allahü teâlâya yalvardılar. Rüzgâr, Allahü teâlânın lütfü ile Mısır donanmasının lehine esti. Müslümanlar, Fransızların donanmasını yaktı. Mısır donanması, Akka’ya salimen ulaştı.

Mısır’da, devrin büyük âlim ve kâtibi Kadı Fadıl, Sultan nâmına devlet işlerini yürütüyordu. Gerektiği zaman Sultan’a mal ve silâh gönderiyor, gönderilmesi gereken yerlere Sultan nâmına mektuplar yazıyordu. Zaman zaman da Selâhaddîn-i Eyyûbî’ye nasîhat mektupları gönderiyordu. Kadı Fadıl, muhasara sırasında Selâhaddîn-i Eyyûbî’ye yazdığı bir mektubunda şöyle nasîhat etti:

Allahü teâlânın nusretine, yardımına, ikram ve ihsanlarına ancak O’nun emirlerine itaat etmek, yasaklarından sakınmak suretiyle kavuşulur. Sıkıntı ve darlıktan yalnız O’na dönmek, O’nun dînine uymakla kurtulmak mümkündür. Hâlbuki şimdi her yerde günahlar açıkça işlenmekte, haksızlık ve zulüm her tarafa yayılmış bulunmaktadır.

Bunlardan öyleleri vardır ki, onların yapılmasından sonra, ancak Allahü teâlâya sığınılarak belâ ve musîbetler beklenir. Allahü teâlâ yüce irâdesi ile Kudüs’ün fethini nasîb eyledi. Bu fetih, Allahü teâlânın sizden razı olduğuna hüccettir. Gerek mektupla, gerekse şifahî olarak bana ulaşan haberlere göre, Beyt-i Makdis’de kötülüklerin açıkça işlendiği görülmektedir. Bu da Akka muhasarasının uzamasına ve müslümanların galip gelememelerine sebeb olmaktadır.

Allahü teâlâ elbette dînine yardım edenlerin yardımcısı olacaktır. Allahü teâlâ, yakınları ve bütün ordusu ilecihâd eden zât-ı âlinize bu çalışmanızın karşılığını versin.”

Kadı Fadıl’ın mektupları, Selâhaddîn-i Eyyûbî’ye manevî güç veriyordu. Haçlılar her geçen gün yardım kuvvetleri alarak, hücûmlarını yeniden şiddetlendirdiler. Bir ara kalenin burçlarına çıkmayı bile başardılar. Bunu duyan Selâhaddîn-i Eyyûbî, yıldırım gibi dağdan indi, haçlılara amansızca saldırarak, geri çekilmeye mecbur etti. Eğer Sultan gelmeseydi, Akka kalesi haçlılar tarafından işgal edilecekti.

Bu sırada büyük âlim Kadı Fadıl’ın şu mektubu geldi: “Eğer biz hakîkaten Allahü teâlâya karşı sâdık olsaydık, mutlaka Allahü teâlâ bize bu sıdkımızın ve doğruluğumuzun karşılığını peşînen verirdi. Eğer O’na itaat etmiş olsaydık, bizi düşmanlarımızla cezalandırmazdı. Şayet biz Allahü teâlânın emirlerinden gücümüzün yettiğini yapabilseydik, yapamayacaklarımızı da bize lütfederdi. Kimse nefsinden başkasına düşman olmasın ve Rabbinden başkasına ümit bağlamasın. Askerin ve yardımcıların çokluğuna aldırmasın.

Muharebede şuna veya buna güvenmesin. Çünkü bütün bunların hepsi, insanı Allahü teâlâdan alıkoyan mânilerdir. Zaferlere bunların yardımıyla erişilmez. Zafer, ancak Allahü teâlânın yardımı ile kazanılır. Zafer kendisinden olduğu hâlde, Allahü teâlâ bizi sebeplerin eline bırakabılır. Allahü teâlâdan günahlarımızı af ve mağfiret etmesini dilerim. Şayet işlediğimiz günahlar, dualarımızın yolunu kapatmasaydı, dualarımız kabul olurdu. Alfan korkusundan ağlayanların göz yaşları, yolları temizlerdi. Fakat yolda duanın kabulüne mâni vardır. Allahü teâlâ zât-ı âlinize hayırlısını nasîb eylesin.”

Muhasaranın başlamasından, yaklaşık bir sene geçmesine rağmen, muharebe bütüıvşiddetiyle devam ediyordu. Fransız ve İngiliz imparatorlarının donanmaları, 1191 (H. 587) senesi Nisan ayının dokuzuncu günü Akka önlerine geldiler. Bu durum haçlıları sevindirdi. İngiliz imparatoru Kıbrıs’ta kalmıştı.

Sayıları artan haçlı ordusu, bütün gücüyle Akka’ya saldırmaya başladı. Bu sırada yirmi beş parçalık gemiyle İngiliz imparatoru da Akka önlerinde göründü. İngiliz donanması Akka önlerine gelince, kaleden kös sesleri gelmeye başladı. Bu, sultan ile kale kumandanı arasında bir işaretti.

Bunun üzerine Sultan, haçlıları meşgul etmek için saldırdı. Haçlılar her taraftan kaleyi kuşatmışlar, şehre doğru yedi mancınık yerleştirmişlerdi. Mancınıklarla gecegündüz kaleyi, özellikle bâzı burçları dövüyorlardı.

Bu durumlardan günü gününe haberdar olan Kadı Fadıl, Sultan’a maneviyâtını kuvvetlendirmek için şu mektubu yazdı: “Düşmanın Akka’yı muhasara için yeni âletler kurması, hâlen birisi Akka’ya ulaşmış, diğeri de gelmekte olan iki yardımın müslümanlar üzerindeki menfî te’sirleri, zât-ı âlinizin çok âcil erzak ihtiyâcı ve buna imkânların el vermemesi, zenginin zenginliğine rağmen daha fazlasında; fakirin ise, ihtiyâcından fazlasında gözünün olması, fırsatların değerlendirilememesi, istişare ehli arasında görüş ayrılıklarının bulunması, herkesin başka başka konuşması, yardım edebilecek durumda olanların yardımda cimrilik göstermesi, zât-ı âliniz tek başına yorulurken, başkalarının rahatına bakması, müslümanların cihâda katılmamak için mübtelâ oldukları mazeret beyân etme hastalığı, zât-ı âlinizin moralini bozmamak için, bunları içine atıp gizlemesi…

İşte bütün bunlar, başa gelen belâ ve musîbetlere ilâveten çok şiddetli sıkıntılar olmakla beraber, Allahü teâlâ size, kalb rahatlığı ve güzelce sabır ihsan eyledi. Bu kadar sıkıntılara sabrınızın kemâli ve azminizin kuvvetinden dolayı Allahü teâlâ muhafaza edeceğini bildirdiği dînine sizi yardımcı ve hizmetkâr olmaya lâyık kıldı. O hâlde, duaya iyi sarılmalı, başa gelenlere karşı sabırlı olmalı, sebat ve azmi kaybetmemelidir.

Afetler, zât-ı âlinize ağır, sabrınıza gâlib gelmesin, kalbinizi doldurmasın. Bu sebeble gevşeklik hâsıl olmasın! Allahü teâlâ sizinle beraberdir. Galibiyet çoklukla, zafer servet fazlalığı ile değildir. Böylece zât-ı âliniz, bu yolda yürüyen selefinize iyi bir halef olacaksınız. Bu sıkıntılar geçicidir. Allahü teâlâ inşâallah müslümanlardan bu sıkıntıyı giderecektir. Allahü teâlâdan af ve mağfiret diliyorum. Çünkü başa gelen belâ ve musibetler, günahlar sebebiyledir…”

Muharebe bütün şiddetiyle devam ederken, Beyrut’tan çok sayıda silâh ve erzak getiren ve altı yüz mücâhid tarafından korunan gemi, İngiliz donanması tarafından kuşatıldı. Zor durumda kalan mücâhidler, silâhların haçlıların eline geçmemesi için gemiyi batırdılar. İngilizler batan gemide bulunan silâhlardan hiçbirini ele geçiremedi.

Müslümanlar bu duruma çok üzüldüler. Fakat Allahü teâlâ, bu sırada teselli bulacakları bir zaferi onlara nasîb eyledi. Müslümanlar aynı gün dört tabakadan ibaret olan (birinci tabakası ağaç, ikinci tabakası kurşun, üçüncü tabakası demir, dördüncü tabakası bakır) haçlı mancınıklarını yaktılar. Bu mancınıklar yüzünden halk çok korkmuş, hattâ Fransızlardan eman isteyelim, şehri kendilerine teslim edelim diyecek hâle gelmişlerdi.

Fakat Allahü teâlâ mancınıkların yanmasını mümkün kılarak müslümanları büyük bir sıkıntıdan kurtardı. Daha sonra Sultan, askerlerine Fransız elbisesi giydirerek bir gemiye erzak yükleyip, Akka’ya gönderdi. Fransız bayrağı da çekmiş olduğu için, haçlılar bu gemiden hiç şüphelenmediler. Gemi rahatça Akka limanına girdi. Müslümanlar yardıma çok sevindiler. Haçlılar durumu, gemi limana girince anlayabildiler. Kaledeki müslümanlar bu yardım sayesinde, bir müddet daha muhasaraya karşı koydular.

 

Haçlıların gecegündüz süren saldırıları, Akka halkının tahammül sınırını aşmıştı. Sonunda Selâhaddîn-i Eyyûbî’ye; “Yarın bir şeyler yapıp bu muhasarayı üzerimizden kaldırmalısın. Yoksa biz haçlılardan sulh ve emân isteyeceğiz” diye haber gönderdiler. Bu haber Selâhaddîn-i Eyyûbî’ye çok ağır geldi. Ertesi gün bütün gücüyle haçlılara saldırdı.

Fakat haçlılar öyle zırhlara bürünmüşlerdi ki, demirden bir kaya gibi hiç bir şey onlara te’sir etmiyordu. Sultan, mücâhidlerin zayi olmaması için, orduyu geri çekti. Akka’ya bütün güçleriyle yüklenen haçlı ordusunun piyadeleri şehre girdi. Kaledeki mücâhidlerle haçlılar arasında kanlı çarpışmalar oldu. Bu sırada haçlı komutanlarından altı tanesi mücâhidler tarafından öldürüldü.

Gece olunca iki taraf karargâhlarına çekildiler. Sabah olunca, Fransız kralı, Emîr Ahmed bin Meştûb’a haber göndererek şehri teslim etmesini teklif etti. Emîr Ahmed bu teklifi kabul etmedi. Durumu derhâl Sultan’a bildirdi. Sultan onlara; “Şehrin deniz tarafından acele olarak çıkın, bu gece şehirde tek bir müslüman kalmasın” diye haber gönderdi. Fakat halk gece şehirden çıkmakta gecikince, clurumu öğrenen haçlılar deniz tarafını sıkı bir kordon altına aldılar. Bu yüzden halk şehirden dışarı çıkamadı.

Diğer taraftan Sultan, o gece haçlılara saldırmaya karar verdi. Fakat komutanlar onun bu fikrini uygun görmedi. “Mücâhidleri tehlikeye sokma” dediler. Ertesi sabah Sultan, haçlı krallarına elçi göndererek, Akka halkına eman verilmesini, buna karşılık elinde bulunan esirleri serbest bırakacağını, ayrıca, Kudüs’ten alınan Salûbet haçını onlara teslim edeceğini bildirdi. Fakat onlar, şimdiye kadar almış olduğu bütün hıristiyan esirleri serbest bırakması, kendilerinden aldığı bütün sahil şehirlerini ve Beyt-ül-makdis’i boşaltması şartıyla, bu teklifini kabul edeceklerini söylediler.

Selâhaddîn-i Eyyûbî, onların teklifini kabul etmedi. Bu arada şehrin muhasarası şiddetlendi. Haçlılar mancınıkla surlarda büyük bir delik açtılar. Müslümanlar derhâl burayı tamir ettiler. Surların bir yerinde delik açılınca, İslâm mücâhidleri oraları vücutları ile kapatıyor, düşmana karşı çok büyük sabır ve tahammül gösteriyorlardı. Haçlıların elinde şehîdlik rütbesine kavuşacakları an iyice yaklaşınca, Sultan’a bir mektup yazarak; “Efendimiz! Yaptığın teklifi kabûl etmeyen bu mel’unlara boyun eğme. Biz, son ferdimiz şehîd oluncaya kadar, cihâda devam edeceğimize dâir Allahü teâlâya söz verdik” diye bildirdiler.

Cemâzıl-âhır ayının yedisinde öğle vaktinde, haçlıların bayrâklarr surların üzerinde göründü. Haçlılar sevinç çığlıkları atmaya başladılar. Bu durum kaledeki müslümanları çok üzdü. Sâdece; “İnnâ lillah ve innâ ileyhi râciûn” diyebildiler. Hâriçte bulunan Selâhaddîn-i Eyyûbî’nin askeri ise derin bir üzüntüye gark oldu. Asker arasında ağlama sesleri duyuluyor du. İki yıl boyunca kahramanca müdâfaa edilerek, muhafaza edilen Akka kalesi düşmüş, kalede mahsur kalan bir avuç mücâhid, barbar Avrupalıların insafına kalmıştı.

Üçüncü haçlı seferinin mîmârlarından ve Avrupa’dan akın akın gelen haçlı sürülerini Selâhaddîn-i Eyyûbî’nin üzerine salarak, Akka’nın düşmesine sebeb olan Sur şehri muhafızı Merkis, bir çok hediyelerle kralların yanına gitti. Merkis o gün, dört haçlı kralının bayraklarıyla birlikte Akka’ya girdi. Bayrakları, Selâhaddîn-i Eyyûbî’nin bayraklarının yerine dikti. Şehirdeki müslümanlar esir alınarak zindanlara atıldı. Aralarındaki kahraman mücâhidler zincire vuruldu.

Bu arada Sultan yanındakilere, bulundukları yerden biraz daha uzağa çekilmelerini emretti. Kendisi bir süre tepe üzerinden kaledeki haçlıların ne yaptıklarını gözetledi. Sonra çok üzüntülü ve kederli bir şekilde askerinin yanına döndü. Bir süre sonra Fransız kralı, Sultan’ın elinde bulunan askerleri kurtarmak için elçi gönderdi. Yüz bin dinar, Salûbet haçı ve elindeki esirleri gönderdiği takdirde, müslüman esirleri serbest bırakacağını bildirdi. Sultan, haçlıların isteklerini hazırladı. Fakat haçlılar kaleden sâdece altı yüz esir çıkardılar.

Selâhaddîn-i Eyyûbî; “Bütün müslüman esirler gönderilmedikçe, sizin isteklerinizi yerine getirmeyeceğim” diye haber gönderdi. Hainlik ve barbarlıkları ile müslümanlar tarafından çok iyi tanınan haçlılar; “Bize onları gönder. Bizim güvenilir kimseler olduğumuza inan” dediler. Selâhaddîn-i Eyyûbî düşmanın hîle ve hainlik yapacaklarını sezmişti. Onlara hiç bir şey göndermedi. Bunun üzerine haçlılar, iki bin yedi yüz müslüman esiri, kadınları ve çocukları ile birlikte koyun keser gibi kesip, vücutlarını delik deşik ederek şehîd ettiler. İnsanlık ve İslâmiyet düşmanı olduklarını bir defa daha gösterdiler. İki yıl süren Akka muhasarasında, elli bin haçlı askeri öldürüldü. Çok sayıda İslâm mücâhidi de şehîdlik mertebesine kavuştu.

Haçlıların her türlü zulmüne rağmen Selâhaddîn-î Eyyûbî, aldığı haçlı esirlerine gayet müsamahakâr davrandı. Fakat yaptığı hiç bir iyiliğe lâyıkı ile cevap alamadı. Müslümanlara karşı fitneci papazlar tarafından korkunç bir şekilde bilenmiş olan kapkara kalpli haçlı askerleri, ellerine fırsat geçer-geçmez bütün vahşîliklerini gösteriyorlar ve sözlerinde hiç bir zaman durmuyorlardı. Yaptıkları hainlik ve barbarlıkları, dindaşlarına karşı bir iftihar kaynağı saydılar. Zalimlikleri ve zulümleri ile târih sayfalarını bile kirlettiler. Yaptıkları korkurıç zulümleri okuyup işiten insanlar; onlardan iğrendiler.

Hâlbuki Selâhaddîn-i Eyyûbî, Allahü teâlânın rızâsı, insanların huzur ve refahı için yaptığı çalışmalar ile târihin altın sayfalarına şeref verdi. İnsanlar, onun güzel ahlâkına, kahramanca çarpışmalarına, mertçe davranışlarına hayran oldular. Hattâ onun bu üstünlükleri, hayâtını okuyup öğrenmek şerefine erişmiş olan gayr-i müslimlerin müslüman olmak saadetine kavuşmalarına, müslümanların da iftihar ve dualarına mazhar olmuştur.

Yerli ve yabancı tarihçilerin, Selâhaddîn-i Eyyûbî ile ilgili ortak hükmü şudur: “O, birbirlerine karşı bile koyu bir taassup içerisinde olan Avrupalılara müsamahayı öğretmiş, bütün işlerinde Allahü teâlânın emir ve yasaklarına uyarak, kendisini öldürmeye gelenlere bile güzel muamelede bulunmuş, huzur ve saadet dîni İslâm’ın yüceliğini Avrupalılara göstermiştir.”


1) İbn-i Haldun Târihi; cild-5, sh. 319

2) Vefeyât-ül-a’yân; cild-7, sh. 139

3) El-Bidâye ven-Nihâye; cild-12, sh. 332

4) Bugyet-üt-taleb; sh. 18

5) Haçlı seferleri târihi (Steven Runciman, Ankara 1987); cild-3, sh. 3 ve devamı.

6) El-Hurûb-us-Salîbiyye; sh. 45, 49

7) Subuh-ul-a’şâ; cild 7, sh. 23, 127

8) Ravdateyn; cild-2, sh. 146

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

mersin eskort -
deneme bonusu
- deneme bonusu veren siteler - Goley90 Giriş - youtube beğeni satın al - buy youtube likes - istanbul escorts - beşiktaş escort - beylikdüzü escort - postegro - deneme bonusu veren siteler - deneme bonusu veren siteler - istanbul escort - Baywin Giriş - bonusu veren siteler - sahabet güncel adres - onwin kayıt - Aviator oyna