Amir Bin Şurahbil Eş Şabi Hayatı

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Ebû-Amr Âmir b. Şurahbil el-kûfî, Tâbiîn’in ekâbirindendir. Hadis âlimi, tâbiî. 19 (640) yılında Kûfe’de dünyaya geldi. Şa’bî zamanının İbn-i Abbâs’ı sayılırdı. Bununla beraber Tefsir hususun­da gayet mümsik davranır, ihtiyatkâr bulunurdu. Tefsîr’e âid beyanâtı bü­tün rivayet tarîkına müsteniddir.Ayrıca 17, 20, 21 (642), 28 (649), 30 ve 31 (652) yıllarında doğduğu söylenmiş, bazı kaynaklarda babasının adı Abdullah, dedesinin adı Şerâhîl olarak da kaydedilmiştir. Soyu Yemen’de yaşayan Himyerî hânedanından Benî Şa‘bân b. Amr’a dayanmaktadır.

AMİR B. ŞURAHBÎL EŞ-ŞA’BI
“Eş-Şa’bi’nin ilmi geniş ve hilmi büyüktü. O, Islâm’ın kendisi demekti.” -El-Hasenu’l-Basrî-

Hz. Ömer halife olduktan altı yıl sonra müslümanların küçücük, zayıf bir bebekleri doğmuştu.

Çünkü ikiz kardeşi onu annesinin karnında sıkıştırmış, gelişmesine imkan vermemişti. Ama doğduktan sonra ne kardeşi ne de bir başkası ilim, hilim, ezberleme, anlama ve buluş yapabilme konularında onu sıkıştıramamıştı.

İşte o, asrında müslümanların önde gelen kişilerinden eş-Şa’bî diye meşhur Amir b. Şurahbîl el-Hımyerî’ydi.

Eş-Şa’bî Kufe’de doğmuş ve orada büyümüştü.

Fakat Medine-i Münevvere onun gönlününün arzu ettiği yerdi. Resûlüilah’ın (s.a.v.) sahabileriyle görüşmek ve onlardan hadis almak için zaman zaman oraya giderdi. Sahabe-i Kiram da, Allah yolunda cihad için hareket noktası veya ikamet yurdu yapmak için Kufe’ye giderdi.

Ona, Sahabe-i Kiram’dan beş yüz kadarıyla görüşmek, Ali b. Ebi Talib, Sa’d b. Ebî Vakkas, Zeyd b. Sabit, Ubade b. es-Samit, Ebu Musa el-Eş’ari, Ebu Saîd el-Hudrî, en-Numan b. Beşir, Abdullah b. Ömer, Abdullah b. Abbas, Adiy b. Hatim, Ebu Hureyre, müminlerin annesi Hz. Aişe gibi ve bunlardan başka birçok büyük sahabiden hadis rivayet etmek nasip oldu. Eş-Şa’bî keksin zekâlı, uyanık, zihni açık, anlayışı ve hafızası çok güçlü bir delikanlıydı…

Onun şöyle dediği anlatılmıştır:

“Hiçbir sözü kağıda yazmadım. Birisi bana bir söz söylesin de ben onu ezberlemeyeyim. Birisinden bir söz duyayım da sonra onu bana tekrar etmesini isteyeyim.”

Delikanlı, ilme ve öğrenmeye çok meraklıydı. İlim ve öğrenme yolunda malını ve canını harcar, onlar için güçlükleri kolay hale getirirdi. Bu konuda şöyle derdi:

“Bir adam Şam’ın bir ucundan Yemen’in bir ucuna gitse ve ilerde ona faydalı olacak bir tek kelime ezberlese ben onun yolculuğunun boşa gitmediğine inanırım.”

İlminin derecesi onu şöyle konuşturmuştu:

“En az öğrendiğim şey şiirdir…

İstesem, okuduklarımın hiçbirisini, tekrar etmeden size bir ay şiir okuyabilirim.”

Kufe camiinde onun için bir halka kurulur, daha sonra Resûlullah’ın (s.a.v.) ashabı sağken ve halk arasında dolaşırken insanlar grup grup onun etrafını sararlardı.

Hatta bir defasında Abdullah b. Ömer (r.a.) onu, müslümanların yaptıkları savaşları en ince noktalarına kadar anlatırken dinlemişti.

Kulağını iyice ona vermiş ve şöyle demişti:

“Onun anlattıklarının bazılarını gözümle görmüş ve kulağımla i-şitmiş olmama rağmen o benden daha güzel anlatmaktadır.”

Eş-Şa’bi’nin ilminin fazlalığına ve hazır cevaplılığına dair misaller pek çoktur.

Bunlardan birisini bizzat kendisi anlatmaktadır:

“Bana, birbirlerine karşı övünen iki adam geldi. Birisi Amir oğullarından, diğeri de Esed oğullarındandı. Amir oğullarından olan öbürüne galip gelmişti. Onun elbisesinden tutarak bana doğru çekmeye başlamıştı. Esed oğullarından olan onun karşısında yenik bir durumda:

“Bırak beni, bırak beni” diyordu.

Öbürü de ona şöyle diyordu:

“Vallahi, eş-Şa’bi benim lehimde, senin aleyhinde hüküm vermedikçe seni bırakmam…”Amir oğullarından olana yönelik şöyle dedim:

“Muhatabını bırak da aranızda hüküm vereyim.”

Sonra Esed oğullarından olana baktım ve şöyle dedim:

“Bana ne oluyor da, senin onun karşısında zayıflık gösterdiğini görüyorum?

Sizin için Araplardan hiç kimseye ait olmayan altı övünme vesilesi vardır.

Birincisi: Sizin aranızda, mahlukatın efendisi Muhammed b. Abdillah’ın talip olup, Allah’ın yedi kat semasının üstünden onları evlendirdiği bir kadın bulunmasıdır…

O ikisinin arasında elçi Cebrail (a.s.)’di…

İşte o kadın, müminlerin annesi Zeyneb Bint Cahş’dı.

Bu övünülecek şey senin kavmine aitti. Bu Araplardan sizden başka kimseye ait değildi.

İkincisi: Sizden, yeryüzünde yürüyen cennetlik bir adamın bulunmasıdır. O da Ukkaşe b. Mihsan’dır.1

Ey Esed oğulları! Bu size aitti. Sizden başka hiç kimseye ait değildi.

Üçüncüsü: Islâm’da verilen ilk sancak sizden birine aitti. O da Abdullah b. Cahş’tır.2

Dördüncüsü: Islâm’da dağıtılan ilk ganimet onun ganimetiydi.

Beşincisi: Rıdvan biatında3 ilk biat eden kimse sîzdendi. Sizin adamınız Ebu Sinan b. Vehb, Resûlullah’a (s.a.v.) gelip:

Ey Allah’ın Resûlü! Elini uzat, sana beyat edeyim, demişti.

Resûlullah (s.a.v.) da ona şöyle sormuştu:

Neyin üzerine?

O da şu cevabı vermişti: Gönlünde olan şeyin üstüne.

Peki gönlümde ne var? diye sormuş.

O da: Fetih ve şehitlik, şeklinde cevap vermişti.

O da: Evet deyince, ona beyat etmiş. Müslümanlar da Ebu Sinan’ın beyatı üzerine beyat etmeye başladılar.Altıncısı: Senin kabilen Esed oğulları! Bedir’de muhacirlerin yedide biriydi.

Amir oğullarından olan kişi şaşırıp susakaldı.

Eş-Şa’bî’nin mağlup durumda olan zayıfa, galip olan kuvvetliye karşı yardım etmek istediğinde şüphe yoktu.

Amir oğullarından olan yenik olsaydı, ona da, kabilesine ait bilmediği övünç vesilelerini anlatacaktı.

Halifelik Abdülmelik b. Mervan’a geçince, Irak’taki valisi Haccac’a; kendime dost ve arkadaş yapacağım, dini ve dünyası iyi bir adamı bana gönder, diye yazdı.

Haccac ona eş-Şa’bî’yi gönderdi. Haccac onu kendine yakın dostlarından yaptı. Zor işlerde onun bilgisine başvurmaya, belâ ve kazalarda onun görüşünü almaya, onu diğer hükümdarlara elçi olarak göndermeye başladı.

Bir defasında, bir görev için onu Bizans hükümdarı Jüstinyen’e gönderdi. Jüstinyen onu dinleyince; zekâsına, dehâsına, geniş bilgisine ve güzel konuşmasına hayran kaldı.

Diğer elçilere karşı davrandığı âdetinin dışında onun günlerce yanında kalmasını istedi.

Şam’a dönmesine izin vermesi için ısrar edince, Bizans hükümdarı ona sordu:

“Sen hükümdar ailesinden misin?”

Eş-Şa’bî şöyle cevap verdi:

“Hayır, ben sadece müslüman halktan birisiyim.”

Gitmesine izin verince ona şöyle dedi:

“Abdülmelik b. Mervan’ın yanına dönüp öğrenmek istediklerini ulaştırdığında ona şu mektubu ver.”

Eş-Şa’bî Şam’a dönünce hemen Abdülmelik’le görüşmeye gitti. Görüp duyduğu her şeyi ona anlattı ve sorduğu her şeyin cevabını verdi.

Ayrılmak için ayağa kalkınca şöyle dedi:

“Ey müminlerin emîri! Bizans hükümdarı sana şu mektubu gönderdi…”

Mektubu ona verdikten sonra oradan ayrıldı.

Abdülmelik mektubu okuyunca uşaklarına:“Onu bana geri gönderin” dedi. Onlar da eş-Şa’bî’yi tekrar getirdiler. Abdülmelik:

“Bu mektupta ne olduğunu biliyor musun?”

“Hayır, müminlerin emiri!”

“Bizans hükümdarı bana şöyle yazıyor.

Araplara şaşıyorum. Nasıl bu gençten başka birini kendilerine hükümdar yaptılar.”

Eş-Şa’bî hemen şöyle dedi:

“Bunu, sadece seni görmediği için söylemiştir. Ey müminlerin emîri! Eğer seni görseydi, bunu söylemezdi.”

Abdülmelik şöyle dedi:

“Bizans hükümdarının bunu bana niçin yazdığını biliyor mu-
sun?
O, “Hayır, ey müminlerin emîri!” diye cevap verdi.

Abdülmelik:

“Beni sana karşı kıskandığı için bana böyle yazdı.

Beni, seni öldürmeye ve senden kurtulmaya teşvik etmek iste-
di.
Bu mesele Bizans hükümdarına ulaşınca: “Bravo… Ben gerçekten bunu istemiştim” dedi.

Eş-Şa’bî, ilimde, kendisini üç kişiden sonra dördüncü kişi yapan bir dereceye ulaşmıştı.

Ez-Zührî şöyle derdi: “Alimler dörttür…

Medine’de Saîd b. el-Müseyyeb.

Kûfe’de Amir eş-Şa’bî.

Basra’da el-Hasenu’l-Basrî.

Şam’da Mekhul.”

Fakat eş-Şa’bî -tevazusundan dolayı- birisi, ona “âlim” dediği zaman utanırdı.

Birisi onunla şöyle diyerek konuşmuştu: “Ey fakih ve âlim! Bana cevap ver.”

Bunun üzerine o da şu sözleri şöylemişti:

“Yazıklar olsun sana…Fakîh, Allah’ın haram kıldıklarından çekinen kimsedir. Alim, Allah’tan korkan kimsedir. Bunlar nerde, biz nerde?”

Bir başkası ona bir mesele sormuştu, o da:

“Bu konuda Ömer b. el-Hattab şöyle demiştir…

Bu konuda Ali b. Ebî Talib şöyle demiştir…” şeklinde cevap vermişti.

Soruyu soran:

“Sen ne diyorsun? Ebu Amr!” dedi.

Utanarak gülümsedi ve:

“Ömer ve Ali’nin sözünü duyduktan sonra benim sözümü ne yapacaksın?” dedi.

Eş-Şa’bî güzel huylu ve üstün hasletlere sahipti.

Bunlardan bazıları şöyledir: Münakaşayı sevmez, kendisini ilgilendirmeyen şeylere karışmaktan çekinirdi.

Birgün arkadaşlarından birisi onunla konuşurken şöyle dedi:

“Ey Ebu Amr!”

“Buyurun” dedi.

“Halkın, bu iki adamın meselesi hakkında konuştukları şeyler konusunda ne dersin?”

“Hangi adamları kastediyorsun?”

“Osman ve Ali’yi.”

“Vallahi ben, kıyamet gününde Osman b. Affan’ın veya Ali b. Ebî Talib’in düşmanı olarak gelmek istemiyorum.”

Eş-Şa’bî ilim ve hilmi birleştirmişti.

Şöyle anlatılmıştır: Bir adam ona çirkin küfürlerde bulunmuş ve ona çok kötü sözler söylemişti. Ona şundan fazla bir şey söylemedi.

Eğer bana söylediklerin doğruysa Allah beni affetsin…

Eğer yalansa Allah seni affetsin.

Derecesinin ve makamının üstünlüğüne rağmen en basit insandan ilim ve hikmet almaktan çekinmezdi…

Bir bedevi devamlı onun toplantılarına gelirdi. Ancak daima susardı. Eş-Şa’bî ona: “Sen konuşmaz mısın?” dedi.

Bedevi şöyle cevap verdi:“Susuyorum, zarar görmüyorum, dinliyorum, bilgi sahibi oluyorum…

Kişinin kulağına ait olan nasibi ona döner…

Fakat diline ait olan nasibi başkasına gider…”

Eş-Şa’bî ömrü boyunca bedevinin bu sözünü tekrar edip durmuştur.

Eş-Şa’bî’ye pek az kişiye nasip olan güzel konuşma kabiliyeti verilmişti…

Bunun bir örneği şöyledir: Basra ve Kufe’nin valisi Ömer b. Hübeyre el-Fezari’yle hapse attığı kişiler hakkında şöyle bir konuşma yaptı:

“Ey Emir! Eğer onları haksız olarak hapsettiysen, hak onları çıkarır.

Şayet onları haklı olarak hapsettiysen, onlara affın geniştir.”

Vali, onun sözünü beğendi ve ona ikram için hapistekileri serbest bıraktı.

Eş-Şa’bî mükemmel şahsiyetine, din ve ilimdeki derecesinin yüksekliğine rağmen, nükte ve şakayı seven birisiydi. Fırsatını bulduğu zaman nükte yapmayı kaçırmazdı.

Hanımıyla birlikte otururken, yanına bir adam geldi ve: “Hanginiz Eş-Şa’bî?” dedi.

Eş-Şa’bî hanımına işaret ederek, “bu” dedi.

Bir başkası ona sordu:

“Iblis’in hanımının adı neydi?”

Eş-Şa’bî: “Bu, görmediğiniz bir gelin” dedi.

Belki Eş-Şa’bî’ni.n en iyi tasviri, onun kendisini anlattığı şu cümlelerdir:

“İnsanların baktığı birşeye yerimden kalkıp bakmadım…

Şimdiye kadar hiçbir kölemi dövmedim…

Daha, borcunu benim ödediğim hiçbir akrabam ölmedi…”

Eş-Şa’bî seksen küsur yaşına kadar yaşamıştır.

Rabbinin çağrısını kabul edip ölüm haberi el-Hasenu’l-Basrî’ye ulaştığında şöyle demiştir:“Allah ona rahmet etsin. Onun ilmi geniş… hilmi büyüktür… İslam’ın kendisi demekti…”

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir