Kasım Bin Muhammed Hayatı

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Kâsım bin Muhammed el-Kûdeyd, dört büyük halifeden ilki olan Ebu Bekr-i Sıddık’ın torunudur. Kasım bin Muhammed hazretleri, tabiinin büyüklerinden ve Medine’de yetişen ve kendilerine “fukaha-i seb’a” adı verilen yedi büyük âlimden biridir. Hazret-i Osman’ın halifeliği döneminde doğdu. Künyesi Ebu Muhammed’dir. Anası İran hükümdarlarından Yezd-i Cürd’ün kızıdır. Hz.Peygamberin (s.a.) torunlarından İmam Zeynü’l Abidin ile teyze çocuklarıdır.

Selman-ı Farisi’ nin (R.A) sohbetinde kemale erdi. Silsile-i Aliyyenin üçüncüsüdür. İmam-ı Cafer hazretleri onun sohbetinden feyz aldı. İmam-ı Malik onu methederken:“Kasım bu ümmetin fakihlerinden bir fakihtir” demiştir. Babası Mısır’da şehîd edilip küçük yaşta yetim kalınca, halası ve Peygamberimizin mübarek hanımı hazret-i Âişe’nin yanında büyüdü. 719 (H. 101) veya 725 (H. 106) yılında Mekke ile Medîne arasında Kudeyd denilen yerde Kabe’yi ziyaret için giderken vefat etti.

EL-KASIM B. MUHAMMED B. EBÎ BEKİR ES-SIDDÎK
“Eğer elimde olsaydı, El-Kasım b. Muhammed’i halife yapardım.”
-Ömer b. Abdılazız
Bu yüce tabirin haberi size geldi mi?
O, şerefi bütün yönleriyle toplamış bir gençti. Böylece ondan hiç bir şey eksik kalmamıştı.
Babası Ebu Bekr es-Sıddîk’in oğlu Muhammed’di.
Annesi, Iran hükümdarlarının sonuncusu Kisra Yezdücerd’in kızıydı.
Halası, müminlerin annesi Hz. Aişe’ydi.
Bütün bunların üstünde o, başına takva ve ilim tacını giymişti.
Bu şerefin üstünde yarışılacak başka bir şeref olduğunu zannediyor musunuz?
İşte bu Hz. Ebu Bekir es-Sıddîk’in oğlu Muhammed’in oğlu el-Kasım’dır…
O, Medine’nin yedi fakihinden1 birisidir…
Zamanındakilerin ilim yönünden en üstünü…
En keskin zekâlısı…
En müttakisi…
Gelin, başından itibaren onun hayat hikâyesine başlayalım.3971 Medine’nin yedi fakihi: Saîd b. el-Müseyyeb, Urve b. ez-Zübeyr, Ebu Bekr b.n
Abdirrahman el-Mahzumî, Harice b. Zeyd, Süleyman b. Yesar, Ubeydullah b.
Abdillah b. Utbe ve el-Kasim b. Muhammed b. Ebî Bekr.El-Kasım b. Muhammed, Osman b. Affan’ın (R.A.) halifeliğinin sonlarında doğdu.
Fakat küçük çocuk yuvasında yürür yürümez, müslüman diyarında şiddetli fitne rüzgârı esmeye başladı.
Abid ve zahid halîfe Zü’n-nureyn1 Kur’an okurken şehid edildi.
Müminlerin emîri Ali b. Ebî Talib’le Şam diyarının emîri Muaviye b. Ebî Süfyan arasında büyük ihtilâf çıktı…
Peşpeşe gelen korkunç ve şaşırtıcı olaylar dizisi devam etti…
Küçük çocuk kendini kız kardeşiyle birlikte Medine’den Mısır’a götürülürken buldu…
Onların babalarına kavuşmaları, babalarının, müminlerin emîri Ibn Ebî Talib tarafından oraya vali tayin edilmesinden sonra mümkün olmuştu.
Daha sonra kanlı fitnenin tırnaklarının babasına uzandığını ve onu feci bir şekilde öldürdüğünü gördü.
Muaviye’nin arkadaşlarının Mısır’ı istila etmelerinden sonra bu defa da kendisini Mısır’dan Medine’ye götürülürken buldu…
Artık, yetim, anasız babasız kalmıştı.

Bu işkence yolculuğunu ve devamını el-Kasım bizzat kendisi anlatmaktadır:
“Babam Mısır’da öldürülünce, amcam Abdurrahman b. Ebî Bekir geldi, beni ve küçük kız kardeşimi alıp bizi Medine’ye götürdü.
Biz oraya varır varmaz halam Aişe (r.a.) bize, evine gitmemiz i-çin haber gönderdi.
Bizi amcamın evinden kendi evine aldı ve bizi kendi kucağında yetiştirdi…
Ondan daha iyi ve daha şefkatli ne bir anne, ne de bir baba görmüştüm.
Bizimle birlikte yemediği halde bize kendi elleriyle yedirirdi.
Eğer bizim yemeğimizden biraz kalırsa onu da kendi yerdi.
Bize, annelerin bebeklerine gösterdikleri şefkati gösterir…
Bize banyo yaptırır, vücutlarımızı yıkar…
Saçlarımızı tarar…3981 Zu’n-nureyn: Osman Ibn Affan (r.a.).Bizi daima hayra teşvik eder, hayır yaparak bize bunun uygulamasını gösterirdi.
Bize kötülüğü yasaklar ve ondan uzak durmaya teşvik ederdi…
Gücümüzün yettiği kadar Allah’ın Kitab’ını bize öğretmeye…
Anlayabildiğimiz kadar Resûlüllah’ın hadislerini bize rivayet etmeye çalışırdı…
Bayramlarda bize daha çok iyilik eder ve hediyeler verirdi.
Arefe gecesi benim saçımı traş etmiş, beni ve kız kardeşimi yıkamıştı…
Sabah olunca yeni elbiselerimizi giydirmiş…
Bayram namazını kılmak için bizi camiye göndermişti.
Camiden gelince kız kardeşimle beni biraraya getirip, bizim ö-nümüzde kurbanını kesmişti…

Bir gün bize beyaz elbiseler giydirip dizlerinden birinin üzerine beni, diğerine de kızkardeşimi oturttu…
Amcam Abdurrahman’ı çağırmıştı. İçeri girince, ona hoşgeldin dedi ve sonra konuştu.
Allah’a hamdedip lâyık olduğu şekilde onu övdü.
Bize bembeyaz elbiseler giydirdi…
O ana kadar, bir kadın veya erkek olarak ondan önce veya sonra, onun kadar güzel ve daha tatlı konuşan birisini görmemiştim.
Daha sonra şöyle dedi:
“Kardeşim!
Bu iki çocuğu senden alıp onları bağrıma bastığımdan beri senin bana karşı soğuk davrandığının farkındayım.
Vallahi, bunu, ne sana karşı güvensizliğimden dolayı, ne de seni onlara karşı ihmalkâr davranmakla itham ettiğimden dolayı yaptım…
Ancak sen birden fazla hanımı olan birisisin…
Bunlarsa kendi işlerini yapamayan iki küçük çocuktur.
Hanımlarının, bunların üstlerini kirlettiklerine tahammül edemeyip onlardan hoşlanmayacaklarından korktum.
Onlara bakma konusunda, kendimi, senin hanımlarından daha uygun gördüm…İşte şimdi onlar büyüdüler ve kendi işlerini kendileri görebilecek duruma geldiler…
Artık onları al ve kendi yanında tut…”
Böylece bizi amcam Abdurrahman alıp evine götürdü.

Ancak Ebu Bekir sülâlesinden gelen çocuğun gönlü daima halası müminlerin annesinin evine takılı kaldı…
Böylece o, peygamberin kokusunun bulunduğu evin toprakları üzerinde büyüdü…
O evin sahibesinin kucağında yetişip serpildi…
Onun coşkun şefkatinden kana kana içti.
Bu bakımdan o vaktini halasıyla amcasının evleri arasında geçiriyordu.

Halasının misk kokulu, pırıl pırıl evine ait hatıralar hayatı boyunca devamlı zihninde canlı kaldı.
Bu hatıralardan birini kendisinden dinleyelim:
“Bir gün halam Aişe’ye (R.A.) şöyle dedim:
“Anneciğim!
Bana Peygamber’in (s.a.v.) ve iki arkadaşının kabrinin örtülerini kaldırabilir misin?
Ben o kabirleri görmek istiyorum.”
Üç kabir hâlâ onun odasının içindeydi. Onları gözün görmeyeceği bir şekilde örtmüştü.
Ne yüksek ne de alçak olan üç kabrin örtüsünü benim için kaldırdı.
Kabirlerin üzerine mescidin avlusundaki küçük çakıllar konulmuştu.
“Resülüllah’ın (s.a.v.) kabri hangisi?” dedim.
Eliyle göstererek: “Şu” dedi.
Sonra yanaklarına koca koca iki damla yaş düştü…
Ben görmeyeyim diye hemen onları sildi.
Peygamber’in (s.a.v.) kabri arkadaşlarının kabirlerinin önündeydi.
“Peki, dedem Ebu Bekir’in kabri nerede?” dedim.“İşte bu” dedi.
O, peygamber’in (s.a.v.) yambaşında gömülüydü.
“Şu da Ömer’in kabri mi?” dedim.
“Evet” diye cevap verdi.
Ömer’in başı, dedemin belinin yanında, Peygamber’in (s.a.v.) ayağına yakındı.
Ebu Bekir sülâlesine mensup genç büyüyünce Azîz ve Celîl o-lan Allah’ın kitabını ezberlemiş, halası Aişe’den Resûlüllah’ın (s.a.v.) hadislerinden alabildiği kadar almış, daha sonra Harem-i Şerîf’e koşmuş, parlak yıldızların gökyüzüne saçıldığı gibi mescidin her tarafına yayılmış olan ilim halkalarına katılmıştı.
Böylece, Ebu Hureyre, Abdullah b. Ömer, Abdullah b. Abbas, Abdullah b. ez-Zübeyr1, Abdullah b. Ca’fer, Abdullah b. Habbab, Rafi b. Hadîc ve Ömer b. el-Hattab’ın mevlası (azatlı kölesi) Eslem’den ve başkalarından hadîs rivayet etmişti…
Nihayet müctehit bir imam, çağındakilerin sünneti2 en iyi bilenlerinden oldu.
Bir adam sünneti sağlam bir şekilde öğreninceye kadar onlara göre adam sayılmazdı…
Ebu Bekir sülâlesinden gelen genç, ilim ve marifetin malzemelerini tamamlayınca, insanlar ondaki ilmi talep etmek için şevk ve arzuyla ona koştular…
O da ilmi cömertçe vermek için onlara koştu…
Her gün sabah, geciktirmediği bir vakitte Resulüllah’ın (s.a.v.) mescidine gelir…
İki rekat tahıyyetü’l-mescid3 namazı kılardı…
Daha sonra, Hz. Peygamber’in kabriyle minberi arasındaki Ravza’da4 Hz. Ömer’in kapısının önündeki yerini alır, her taraftan gelen ilim talipleri onun huzurunda toplanırlar, onun susuz gönülleri kana kana doyuran tatlı ve süzülmüş kaynaklarından alırlardı.1 Adı geçen dört sahabinin hayatını, bu kitaptan okuyun.2 Rasûlüllah (s.a.v.) hadislerinden sahih olanlar.3 Tahıyyetu’l-mescid; Mescide girince kılınan namaz.4 Ravza: Rasûlüllah’ın (s.a.v.) hakkında şöyle dediği mübarek bir yerdir: “Benim kabrimle minberim arasında cennet bahçelerinden bir bahçe (ravza) vardır.”Çok geçmedi el-Kasım b. Muhammed ve teyzesinin oğlu Salim b. Abdillah b. Ömer Medine’nin güvenilen iki imamı, itaat edilen efendileri ve sözleri dinlenilen adamları oldular…
İdareci ve otorite sahibi olmamalarına rağmen, takva ve faziletlerinden, ilim ve fıkıhlarından, insanların ellerindekilerden uzak durup Allah’ın katindakilere rağbet etmelerinden dolayı halk onları kendilerine emir (idareci) yapmıştı…

Hatta gönüllerdeki yerleri o dereceye ulaşmıştı ki Emevî halifeleri ve valileri Medine’nin meseleleriyle ilgili önemli bir işi ancak onların fikir ve görüşleriyle hallediyorlardı.
Bunlardan birisi şöyledir: El-Velîd b. Abdilmelik Medine’deki Ha-rem-i Şerîf’i genişletmeye karar vermişti…
Bu güzel idealini gerçekleştirmesi, ancak eski mescidi dört yönünden yıkarsa mümkün olacaktı.
Hz. Peygamber’in (s.a.v.) hanımlarının odalarını yıkıp onları mescide kattı.
Bunlar halkın zoruna giden ve gönüllerinin razı olmadığı şeylerdi…
Medine’deki Valisi Ömer b. Abdilaziz’e şöyle yazdı:
“Resûlüllah’ın (s.a.v.) mescidini, ikiyüz arşına ikiyüz arşın oluncaya kadar genişletmeyi düşündüm.
Dört duvarını yık, Peygamber’in (s.a.v.) zevcelerinin odalarını mescidin içine kat.
Odaların kenarlarındaki evleri satın al.
Becerebilirsen kıbleyi öne doğru ilerlet.
Sen, dayıların Hattab ailesinin itibarı ve halkın kalbindeki dereceleri sebebiyle bunu becerebilirsin.
Eğer Medine halkı bunu yapmanı kabul etmezse el-Kasım b. Muhammed’in ve Salim b. Abdillah b. Ömer’in yardımlarını iste ve onları bu işte kendine ortak yap…
Halka evlerinin değerlerini cömertçe ver…
Senin bu konuda iki doğru selefin var.
Bunlar, Ömer b. el-Hattab ve Osman b. Affan’dır.”
Ömer b. Abdilaziz, el-Kasım b. Muhammed, Salim b. Abdullah ve Medine halkının bazı ileri gelenlerini çağırıp onlara, müminlerinemîrinin mektubunu okudu ve onlar halifenin kararına memnun oldular.
Onu yerine getirmek için harekete geçtiler.
Halk Medine’nin iki aliminin ve iki büyük imamının bizzat mescidin yıkılmasına iştirak ettiklerini görünce, yek vücud olarak o ikisine katıldılar…
Müminlerin emîrinin mektubunda yazılı olanları yerine getirdiler…
Muzaffer müslüman orduları o sırada İstanbul şehrine ulaştıran kalelerin kapılarını çalıyordu…
Yiğit komutan Mesleme b. Abdilmelik b. Mervan1 komutasında birer birer oraları ele geçiriyordu.
İşte bu İstanbul’un fethine hazırlıktı.
Bizans hükümdarı müminlerin emîrinin Mescid-i Nebevî’yi genişletme kararını öğrenince ona yaltaklık etmek ve hoşuna gidecek bir şeyle ona yaklaşmak istedi…
Ona yüzbin miskal altınla, Bizanstaki en becerikli inşaat ustalarından yüz kişi gönderdi…
İnşaat ustalarına kırk mozayık parçası verdi…
El-Velîd, inşaatta kullanıp faydalanması için bunların hepsini Ömer b. Abdilaziz’e gönderdi.
Ömer bunları, el-Kasım b. Muhammed ve arkadaşının verdiği akılla kullandı.

El-Kasım b. Muhammed dedesi Ebu Bekir es-Sıddîk’a en çok benzeyen kişiydi. Hatta halk şöyle derdi:
“Ebu Bekir’in kendisine, bu delikanlıdan daha çok benzeyen bir çocuğu doğmamıştır.”
O güzel ahlâk ve yüce vasıflar, iman sağlamlığı, aşırı takva, fedakârlık ve cömertlikte de ona benzerdi.
Onun hakkında bizzat şahit olunan birçok söz ve fiili nakledilmektedir.
Bunlardan birisi şöyledir: Bir bedevî mescidde onun yanına gelip şöyle dedi:1 Büyük müslüman komutanlarından biridir. İstanbul’un halicine ulaşıncaya kadar BizanslIlarla savaştığı gibi Ermenistan’da da savaşmıştı.“Sen mi daha bilgilisin, Salim b. Abdillah mı?.”
Onun sorusunu umursamadı.
Bedevî tekrar sordu…
El-Kasım: “Subhanellah…” dedi.
Bedevî üçüncü defa sorunca:
“İşte şu Salim, orada oturuyor” dedi.
Oradakilerden birisi: “Maşaallah, o kendisini övmemek için ben ondan daha bilgiliyim demek istemedi…”
Onun da yalan söylememesi için, “O benden daha bilgilidir, demesini istemedi…”
Aslında o Salim’den daha bilgiliydi.

Bir defasında o, Mina’da hac için Ka’be’ye gelenler tarafından soru sormak için etrafı sarılmış olarak görüldü.
O da bildiklerini söylüyor, bilmediği konularda da:
“Bilmiyorum… Bilemiyeceğim…” diyordu.
Soranları bir şaşkınlık aldı.
Onlara şöyle dedi:
“Vallahi, sorduğunuz şeylerin hepsini bilmiyoruz…
Eğer bilseydik, gizlemezdik…
Gizlememiz bize helal değildir…”
Kişinin cahil yaşaması -Allah’ın üzerindeki hakkını tanıdıktan sonra- onun için, bilmediğini söylemesinden daha hayırlıdır.

Bir defasında ona, hak sahiplerine zekat mallarını dağıtma görevi verilmişti.
Bu konuda gücünün yettiği kadar çalıştı…
Her hak sahibine hakkını verdi…
Ancak birisi kendisine verilen paya razı olmadı.
Mescidde namaz kılarken yanına geldi. Zekat malı hakkında onunla konuşmaya başladı.
Oğlu ona şöyle dedi:“Vallahi, sen zekât malınızdan ne bir dirhem ne de bir danik1 almayan, eline bir hurma tanesi bile geçmeyen kimse hakkında konuşuyorsun.”
El-Kasım, namazını kısa kesip oğluna döndü ve şöyle dedi:
“Yavrum! Bugünden sonra bilmediğin konuda konuşma…”
Halk: “Oğlu doğru söyledi. Fakat o oğlunu terbiye etmek ve faydasız konuşmadan dilini tutmasını istedi” dediler.
El-Kasım b. Muhammed yetmiş iki seneden fazla yaşamıştı.
Fakat çok yaşlanınca gözleri görmez olmuştur.
Hayatının son senesinde haccetmek için Mekke’ye doğru hareket etti.
Yolda ölüm onu yakaladı.
Ecelinin geldiğini hissedince oğluna şöyle dedi:
“Öldüğüm zaman beni, namaz kıldığım elbiselerimle, Kamîs’imle, izarımla ve ridamla2 kefenleyin. Dedem Ebu Bekir’in kefeni böyleydi.
Daha sonra kabrimi düzeltip ailene git.
Kabrimin başında durup:
Şöyleydi…
Böyleydi… demekten sakınınız.
Ben hiçbir şey değildim.”31 Danik: Dirhemin altıda biri.
2 Kamis, izar, rida: Çeşitli elbise adlarıdır. (Çev.)
3 El-Kasım b. Muhammed b. Ebî Bekir hakkında geniş bilgi için aşağıdaki eserlere bakınız:1. Hılyetu’l-evliya, 11/183.2. Sıfatu’s-safve, II/88 (Haleb Baskısı).3. Tehzibu’t-tezhîb, VII/333.4. Ibn Hallikan, Vefeyatu’l-a’yan, IV/59-60; VIII. ciltteki fihristlere bakınız.5. Ibn Sa’d, et-Tabakatu’l-Kubra, V/187.6. EI-lmad’u-l-Hanbeli, Şezeratu’z-zeheb, 1/135.7. Es-Safedî, Nuketu’l-hemyan, s. 230.8. El-Kâmil fi’t-tarîh, V/114.9. Tarîhu’t-Taberî, III/422, Daru’l-maarif baskısı, Fihristlere bakınıj^^^10. Ebu’f-Ferac el-lsfehanî, el-Eğanî, XX/278 (Sadır Baskısı).

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

mersin eskort -
deneme bonusu
- deneme bonusu veren siteler - Goley90 Giriş - youtube beğeni satın al - buy youtube likes - istanbul escorts - beşiktaş escort - beylikdüzü escort - postegro - deneme bonusu veren siteler - deneme bonusu veren siteler - istanbul escort - Baywin Giriş - bonusu veren siteler - sahabet güncel adres - onwin kayıt - Aviator oyna