Abbas bin Abdulmuttalib Sahabe Hayatı

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Peygamber Efendimizin doğumundan iki veya üç yıl önce Mekke’de doğdu. Hz. Peygamber’in amcasi. Peygamber efendimizin ( aleyhisselâm ), en çok sevdiği amcalarından. Abdulmuttalibin en küçük oğludur. Künyesi Ebu’l-Fazl. Babasi Abdulmuttalib, annesi Nuteyle’dir. Abbas Rasûlullah’tan bir iki yas büyüktü. İslamiyet’ten önce de Kâbe’ye hizmet kutsi bir vazife kabul edilirdi. Bu mukad­des vazifeyi Kureyş’in asil ailelerinden olan Hz. Abbas’ın ailesi yerine getirirdi. Kâbe’yi tamir eder, ziyaret edenlere su dağıtırlardı. 32 (m. 652)’de 88 yaşında vefât etti. Bakî’de medfûndur. Uzun boylu, beyaz ve güzel idi. Abbasî halifeleri Hazreti Abbas’ın soyundandır.

EL-ABBAS B. ABDİLMUTTALİB

(Hatemeyn’in (Mekke ve Medine’nin) sâkisi)

Ramâde yılında1 Allah’ın kulları ve memleket şiddetli bir kıtlığa uğradığında, mü’minlerin emiri Hz. Ömer ve onunla birlikte müslümanlar, yağmur namazı kılmaya, kendilerine rahmet ve yağmur göndermesi için Rahim olan Allah’a yalvarmaya çıktılar…

Hz. Ömer el-Abbas’ın sağ elini, sağ eliyle tutup gökyüzüne kaldırdı ve şöyle dedi:

– “Allah’ım Peygamber’in (s.a.v.) aramızdayken onun vasıtasıyla yağmur istiyorduk..

Allah’ım! Biz bugün Peygamberinin amcası vasıtasıyla yağmur istiyoruz, bize yağmur ver.”

Müslümanlar daha bulundukları yerden ayrılmadan onlara rahmet gelmiş; bereketi müjdelemek ve toprağı yeşillendirmek üzere bardaktan boşanırcasına yağmur yağmıştı…

Ashab, kucaklayıp öpmek ve onunla teberrük etmek üzere el-Abbas’a koştular. Bir taraftan da şöyle diyorlardı:

– ‘Tebrikler…

Ey Harameyn’in sakisi…”

Bu, Harameyn’in sakisi kimdi acaba?..

Takvasını, üstünlüğünü, Allah’ın elçisinin ve mü’minlerin yanındaki yerini bildiğimiz Ömer’in kendisiyle Allah’a tevessülde bulunduğu bu şahıs kimdi acaba?

Evet o, Rasûlullah’ın (s.a.v.) amcası el-Abbas’tı…
1 Ramâde Yılı: Hz. Ömer (r.a.) zamanında meydana gelen şiddetli kurak ve kıPeygamber onu, hem sever hem de sayardı. Onu ve ahlakını şöyle överdi:

– “Bu benim atalarımın kalıntısıdır…”

“Bu el-Abbas b. Abdilmuttalib, Kureyş’in en eli açığı ve akrabaya en düşkünüydü…”

Hamza, Hz. Peygamberin amcası ve yaşıtı olduğu gibi, el-Abbas da öyleydi. Allah onlardan razı olsun…

Rasûlullah’la (s.a.v.) onun arasında, sadece iki veya üç yaş farkı vardı. El-Abbas’ın yaşı Rasülullah’ınkinden (s.a.v.) biraz fazlaydı.

Böylece Hz. Muhammed ve amcası el-Abbas aynı yaştan iki çocuk ve aynı soydan iki gençtiler…

Aralarındaki sevgiyi meydana getiren unsur, sadece yakın akraba olmaları değil, aynı zamanda yaşlarını birbirlerine yakın olmasıydı…

Hz. Peygamber’in ölçülerinin daima birinci sıraya koyduğu bir şey daha vardı… İşte bu da el-Abbas’ın ahlakıydı…

El-Abbas aşırı cömertti. Hatta sanki o güzel şeylerin amcası veya dayısıydı!..

O, akraba ve ailesine çok düşkündü. Onlara her konuda ilgi gösterir ve para yardımı yapardı. Kısacası hiçbir konuda cimrilik yapmazdı…

Bütün bunlardan başka o, dahi denecek kadar zekiydi. Kureyş içindeki yüksek mevkiini daha da yükselten bu zekasıyla, davasını açıkladığı sırada Rasûlullah’tan (s.a.v.) birçok işkence ve kötülüğü uzaklaştırmıştı.

Daha önce gördüğümüz gibi, Hamza (r.a.) Kureyş’in azgınlığına ve Ebû Cehil’in övünmesine öldürücü kılıcıyla üstün geliyordu…

El-Abbas ise, Kureyş’e, hakkını koruyan kılıçların yaptığı gibi, İslam için faydalı olan zeka ve kurnazlığıyla üstün geliyordu…

El-Abbas müslümanlığını ancak Mekke’nin fethedildiği yılda a-çıklamıştı. Bu yüzden bazı tarihçiler onu müslüman olmakta geciken kimselerle birlikte sayarlar…

Şu kadar var ki, diğer tarihî rivayetler onun ilk müslümanlardan olduğunu, ancak onun müslümanlığını gizlediğini haber verirler…

Rasûlullah’ın (s.a.v.) hizmetin gören, Ebû Rafi şöyle der:- “Ben el-Abbas b. Abdilmuttalib’in hizmetçisi idim. İslam bizi Ehl-i Beyt’e dahil etmişti. Bunun üzerine el-Abbas ve Ümmü’l-Fazl müslüman oldular, onlardan sonra ben de müslüman oldum.

El-Abbas müslüman olduğunu gizliyordu…”

Bu, Ebû Rafi’nin, el-Abbas’ın durumunu ve Bedir savaşından önce müslüman olduğunu anlatan bir rivayettir…

O halde el-Abbas müslüman idi…

Rasûlullah’la (s.a.v.) ashabı hicret ettikten sonra onun Mekke’de kalması, gayesini en iyi şekilde yerine getiren bir plandı…

Kureyş, el-Abbas’ın niyetleri hakkındaki şüphelerini gizlemiyordu. Ama ona çatmak için sebep bulamıyordu. Hele o görünürde, onların beğendiği bir davranış ve bir din üzerindeyken…

Nihayet Bedir Savaşı geldiğinde, Kureyş orda el-Abbas’ın içinde gizlediğini ve hakiki durumunu anlamak için bir fırsat buldu…

El-Abbas ise Kureyş’in keyifle tertip ettiği bu pis oyunun çeşitli yönlerini ihmal etmiyecek kadar cin fikirliydi…

Şayet o, Kureyş’le ilgili haber ve hareketleri Medine’deki Rasûlullah’a (s.a.v.) ulaştırmada başarılı olursa, Kureyş onu inanmadığı ve arzu etmediği bir savaşa sürüklemekte başarılı olacaktı… Ancak zamanı tayin edilmiş bir başarı, Kureyşlilerin hemen zarar etmelerine ve helak olmalarına sebep olacaktı…

İki topluluk Bedir savaşında karşılaşırlar…

Kılıçlar korkunç bir şekilde birbirlerinin işini bitirmek üzere çarpışmaya başlarlar…

Peygamber ashabı arasında şöyle seslenir:

– “Haşim oğullarından ve Haşim oğullarından olmayan bazı kimseler, bizlerle savaşma istekleri olmadığı halde zorla savaşa çıkarılmışlardır. Hanginiz onlardan birisiyle karşılaşırsa onu öldürmesin…

Kim Ebû’l-Bahteri b. Hişam b. Haris b. Esed’le karşılaşırsa onu öldürmesin…

Kim el-Abbas b. Abdilmuttalib ile karşılaşırsa onu öldürmesin. Çünkü o zorlanarak çıkarılmıştır…”

Rasûlullah (s.a.v.) bu meselede amcası el-Abbas’a bir meziyet isnad etmemişti. Bu meselenin en meziyetlerle ilgisi vardı, ne de bunun zamanıydı…Muhammed, Hakk savaşında ashabının başlarının düştüğünü görüp de çarpışma devam ederken, amcasının müşriklerden olduğunu bile bile ona şefaat edecek kimse değildi…

Evet…

Ebû Talib’in, yeğeni ve İslam için yaptığı iyilik ve fedakarlıkların fazlalığından dolayı amcası için istiğfarda bulunmaktan -sadece istiğfardan- menedilen Hz. Peygamber -mantıken- atalarını ve kardeşlerini öldüren müşriklere; “Amcamı istisna edin. Onu öldürmeyin” demek için, Bedir savaşına çıkacak kimse de değildir!..

Peygamber amcasının hakiki durumunu ve onun müslüman olduğunu biliyorsa, onun İslam için yaptığı görülmeyen hizmetlerini ve nihayet onun zorla istemiye istemiye savaşa çıktığını bildiğine göre, öyleyse bu durumdaki birisini kurtarması ve gücü yettiği oranda onun kanının dökülmemesini sağlamak onun görevi oluyordu…

Müslüman olduğu, Rasûlullah’a (s.a.v.) malum olmayan, el-Abbas’ın Rasûlullah’a (s.a.v.) yardım ettiği gibi, İslam’a herhangi bir yardımı olmayan ve bütün özelliği; müslümanlara kötülük ve zulmetmede Kureyş efendileriyle birlikte hareket etmeyen, onların bu hareketlerinden memnun olmayan ve Bedir savaşına zorla ve istemiye istemiye onlarla birlikte gelen Ebû’l-Bahteri, kanının dökülmemesi ve hayatının yok olmaması için Rasülullah’ın (s.a.v.) şefaatına nail olurken, müslümanlığını gizleyen bir müslümanın, İslam’ın muzaffer olmasında gözle görülen ve görülmeyen bazı davranışları olan bir a-damın bu şefaata layık olması mümkün değil midir?

Evet… O müslüman ve o yardım eden el-Abbas’tı…

Biraz geriye dönüp durumu görelim:

İkinci Akabe biatında, Allah’a ve Rasulüne beyatlarını vermek, Hz. Peygamber’le birlikte Medine’ye hicreti kararlaştırmak için 73 erkek ve iki hanımefendiden meydana gelen Ensar heyeti, hac mevsiminde, Mekke’ye geldiğinde, Rasûlullah (s.a.v.) bu heyeti ve bu beyatla ilgili haberi amcası el-Abbas’a ulaştırdı… Çünkü Peygamber amcasının her görüşüne güveniyordu…

Gizlice yapılan bu buluşmanın zamanı geldiğinde, Hz. Peygamber amcasıyla birlikte Ensar’ın beklediği yere çıktı…

El-Abbas, Ensar’ın tutumunu sınamaka ve peygamber için onlardan emin olmak istedi…

Duyduğu ve gördüğü gibi, haberi bize anlatması için, sözü heyet üyelerinden birine bırakalım:işte size, Ka’b b. Malik (r.a.):

“… Rasûlullah’ı (s.a.v.) beklemek üzere vadide oturduk. Nihayet o, yanında el-Abbas b. Abdilmuttalib olduğu halde bizim yanımıza geldi. El-Abbas şöyle konuştu: “Hazrecliler! Muhammed, bildiğiniz gibi bizdendir. Biz onu kendi kavmimizin şerrinden koruduk. O, kendi kavmi arasında ve memleketinde şeref ve izzet sahiptir. Ama o size katılmayı tercih etti…

Eğer siz, onun yapmanızı istediği şeyleri yerine getirmeyi ve muhalif olduğu kimselerden de onu korumayı kabul ediyorsanız, mesele yok.

Eğer onu, düşmanlarına teslim etmeyi ve size geldikten sonra yalnız bırakmayı düşünüyorsanız, şu andan itibaren onu terkediniz…”

Şahin gözüne benziyen gözleri, Ensar’ın yüzlerinde dolaşırken bu sert ve kesin sözleri söyleyen el-Abbas, bir taraftan da sözünün tesirini ve hareketine hemen verilecek cevapları takip ediyordu…

El-Abbas bununla yetinmemişti. Onun büyük zekası, gerçeği maddî alanında araştırıp uzmanca bütün boyutlarını karşılaştıran pratik bir zekaydı.

O sırada, zekice sorduğu bir soruyla Ensar’la konuşmaya başladı işte:

– “Benim için harp düzenine geçiniz. Düşmanınızla nasıl dövüşüyorsunuz, görelim?!.”

El-Abbas, zeka ve Kureyş hakkındaki tecrübesiyle, İslam’la şirk arasında mutlaka bir savaş çıkacağını ve Kureyş’in dininden, şerefinden ve inadından vazgeçmiyeceğini biliyordu.

Hakk olduğuna göre İslam, batıl için meşru haklarından asla vazgeçemezdi…

Acaba Ensar -Medine halkı- çıkacak bir savaşa dayanabilecek miydi?

Onlar -teknik yönden- Kureyş’e denk miydiler, Kureyş’le iyi savaşabilecekler miydi?..

İşte bu yüzden:

– “Benim için harp düzenine geçin, düşmanınızla nasıl dövüşeceksiniz görelim?” sorusunu sordu.

El-Abbas’ı dinleyen Ensar, dağlar gibi büyük kimselerdi…

El-Abbas sözünü tamamlar tamamlamaz, özellikle bu soruyu sorar sormaz, Ensar konuşmaya başladılar…Abdullah b. Amr b. Haram soruya cevap vermeye başladı:

– “Biz -vallahi- savaşçı kimseleriz. Biz savaşçılık üzere yetiştirildik ve ona alıştık. Savaşçılık bize atalarımızdan miras kaldı.

Biz bitip tükeninceye kadar ok atarız…

Sonra, kırılıncaya kadar mızraklarla dövüşürüz…

Daha sonra da kılıçlarla yürür, bizim veya düşmanımızın en önde olanı ölünceye kadar onlarla dövüşürüz!..”

El-Abbas Kelime-i Tevhid getirdikten sonra şöyle cevap verdi:

– ‘Tamam, siz savaşçı kimselersiniz, sizin zırhlarınız da var mı?”

– “Evet… Bizim bütün vücudu kaplayan zırhlarımız da var…”

Sonra Rasülullah’la (s.a.v.) Ensar arasında şahane ve büyük bir konuşma -inşallah- ilerideki sayfalarda arzedeceğimiz bir konuşma geçti…

İşte bu, El-Abbas’ın Akabe biatındaki durumudur…

ister o gün gizli olarak İslam’a girmiş olsun, ister henüz düşünüyor olsun, onun bu yüce davranışı, batmakta olan karanlıkla doğmakta olan aydınlığın güçleri arasındaki yerini belirliyor ve onun mertliğiyle kararlılığının boyutlarını çizmektedir!..

Bu sakin duruşlu ve yumuşak huylunun fedakarlığını isbat etmek, gerekli değilken gizlenen ve gün ışığına çıkmayan, ama ihtiyaç duyulduğunda ve tehlikeli bir durum karşısında zaman ve mekanı dolduran bu tür bir kahramanlığı savaş meydanında ortaya çıkarmak için Huneyn günü gelir!..

Hicretin sekizinci senesi, Allah, elçisi ve dinine Mekke’nin fethini nasip ettikten sonra Arap yarımadasında hüküm süren bazı kabilelere yeni dinin bütün zaferleri bu hızla gerçekleştirmesi zor geldi…

Hevazin, Sakif, Cûşem ve başka kabileler toplanıp Peygamber ve müslümanlara karşı kesin bir saldırıya geçmeyi kararlaştırdılar.

“Kabileler” kelimesi, Rasülullah’ın (s.a.v.) hayatı boyunca yapmış olduğu bu harplerin karakteri hakkında bizi yanıltmaması gerekir. Çünkü biz bunların sadece dağda yaşayanların giriştikleri küçük çete savaşları olduğu zannına kapılıyoruz. Halbuki muhkem kalelerde yaşayan bu kabilelerle yapılan savaşlardan daha zarurileri yoktur.Bu hakikatin anlaşılması, bize, sadece Rasûlullah’a (s.a.v.) ashabının sarfettiği olağanüstü gayrete ait doğru bir değerlendirmenin yanında, İslam’ın ve mü’minlerin elde ettiği büyük zaferin kıymetine ait doğru ve güvenilir bir değerlendirmeyi, bu başarıda ve zaferde Allah’ın yardım ettiğine dair açık bir görüşü verir…

Bu kabileler zorlu savaşçılardan meydana gelen bir ordunun saflarında toplandı. Müslümanlar da on iki bin kişilik bir orduyla onların karşısına çıktı…

On iki bin kişiyle…

Bu on iki bin kişi kimlerden meydana geliyordu?

Hemen dün Mekke’yi fethedip şirki ve putları son ve derin uçurumuna uğurlayan, hiçbir gürültü ve patırtıya meydan vermeden sancaklarını yükselten kimselerden meydana geliyordu!..

Bu kibir ve gurura sevkeden bir şeydi.

Müslümanlar, kötü bir durumla karşı karşıyaydılar. Kalabalık ve düzenli oluşlarının ve Mekke’deki büyük zaferlerinin verdiği gurur karşısında zaafa düşüp:

– “Bugün biz azlıktan dolayı asla yenilmeyeceğiz” dediler.

Sema onları son derece yüce bir savaşa hazırlayınca askeri gücüne güvenmek, savaşta kazandıkları, zaferle gururlanmak yola getirici bir tokatla da olsa ondan çabucak kurtulmayı gerektiren uygunsuz bir hareketti.

Yola getirici tokat, savaşın başında ansızın gelen büyük bir bozgundu. Nihayet onlar Allah’a yakarıp kendi güç ve kuvvetlerinden onun güç ve kuvvetine sığındıklarında, yenilgi zafere dönüştü. Kur’an-ı Kerim bu hususta müslümanlara şöyle buyurur:

“Şüphesiz Allah size birçok yerde ve çokluğunuzun sizi böbürlendirdiği, fakat bir faydası da olmadığı yeryüzünün geniş olmasına rağmen, size dar gelip de bozularak arkanıza döndüğünüzde Huneyn gününde yardım etmişti. Bozgundan sonra Allah, Peygamberine, mü’minlere güvenlik verdi ve görmediğiniz askerler indirdi; inkar edenleri azaba uğrattı. İnkarcıların cezası budur.” (Tevbe Suresi 25-26)

O gün el-Abbas’ın sesi ve sebatı, sükunet ve yürekliliğin en parlak görüntülerindendi…

Müslümanlar düşmanlarının gelmesini beklemek üzere Tihama vadilerinden birinde toplandıklarında, müşrikler onlardan önce vadiye gelip, kılıçlarını bileyerek ve hemen vadinin yamaçlarına saklandılar…Onlar, ansızın müslümanlara saldırdılar ve müslümanların birbirlerine bakmadan uzaklara kaçmalarına sebep oldular…

Rasûlullah (s.a.v.), ani baskının müslümanlar üzerinde yaptığı tesiri görünce beyaz katırına binip şöyle haykırdı:

– “Nereye gidiyorsunuz müslümanlar?

Benim yanıma geliniz…

Ben Peygamberim, bunda yalan yok. Ben Abdülmuttalib’in torunuyum.”

O sırada Rasûlullah’ın (s.a.v.) yanında yalnız Ebübekir, Ömer, Ali b. Ebî Talib, el-Abbas b. Abdilmuttalib, el-Abbas’ın oğlu el-FazI b. Abbas, Ca’fer b. Haris, Rabia b. Haris, Üsame b. Zeyd, Eymen b. Ubeyd ve ashabdan birkaç kişi vardı.

Orada, erkekler ve kahramanlar arasında yüce bir yere sahip bir hanımefendi vardı…

İşte bu Ümmü Süleym Bint Milhan’dı.

O, müslümanların kaçtıklarını ve bozguna uğradıklarını görünce kocası Ebû Talha’nın -Allah her ikisinden razı olsun- devesine bindi…

Hamile olduğu için, karnındaki bebek hareket edince, bürdesini çıkarıp onu sağlam bir kemerle karnının üzerine bağladı. Sağ elinde bir hançer olduğu halde Rasûlullah’a (s.a.v.) ulaşınca, Peygamber ona gülümseyip:

– “Ümmü Süleym sen ha?” dedi.

Ümmü Süleym:

– “Evet benim… Anam babam sana feda olsun ya Rasûlullah!..

Senin yanından ayrılıp kaçanları, seninle savaşanları öldürdüğün gibi öldür. Çünkü onlar buna layıktırlar…”

Rabbinin vadine güvenen Rasûlullah’ın (s.a.v.) yüzündeki gülümseme arttı ve ona şöyle dedi:

– “Ümmü Süleym! Allah yeterli ve en güzel dersi vermiştir!”

İşte Rasûlullah (s.a.v.) orada bu haldeyken el-Abbas onun yanındaydı. Onun katırının yularını tutmak üzere ayaklarının arasında, ölüme ve tehlikelere meydan okuyordu…

Peygamber ona insanlara haykırmasını emretti. Çünkü el-Abbas iri gövdeli ve gür sesli birisiydi. O şöyle haykırmaya başladı:

– “Ey Ensar topluluğu!..Ey beyata katılanlar!..”

Sanki onun sesi ani durumun şiddetinden dolayı kaçıp vadinin her tarafına dağılanların kulaklarına ulaşır ulaşmaz, onlar hep birden:

– “Lebbeyk (emret)… Lebbeyk…” diye cevap verdiler..

Onlar fırtına gibi geri döndüler. Hatta onlardan biri, devesini veya atını yürütemeyince, ondan inip zırhını, kılıcını ve yayını eline alarak, el-Abbas’ın sesinin geldiği tarafa yönelerek yaya yürümeye başladı…

Çarpışma yeniden başladı… Hem de bütün şiddetiyle…

Rasûlullah (s.a.v.):

– “Şimdi savaş kızıştı” diye haykırdı.

Evet, gerçekten savaş kızışmıştı…

Hevazin ve Sakif’in ölüleri yerlerde yuvarlandı, Allah’ın atları Lât’ın atlarına üstün geldi. Allah Peygamberine ve mü’minlere sekinetini indirdi!..

Rasûlullah (s.a.v.) amcası el-Abbas’ı çok severdi. Öyle ki o, Bedir savaşının bitip amcasının geceyi esirler arasında geçirdiği gün hiç uyumamıştı.

Peygamber bu sevgisini gizlememişti. Allah, kendisine kesin bir zafer verdiği halde, niçin uyuyamadığı sorulduğunda şöyle cevap vermişti:

– “İplerle bağlı olan el-Abbas’ın iniltisini duydum…”

Müslümanlardan birisi Hz. Peygamber’in sözlerini duyunca, e-sirlerin bulunduğu yere koştu ve el-Abbas’ın ipini çözdü. Tekrar geldi ve Rasûlullah’a (s.a.v.) şöyle dedi:

– “Allah’ın Resulü!

Ben, el-Abbas’ın ipini biraz çözdüm…”

Ama niçin, sadece el-Abbas’ınki?

O zaman Hz. Peygamber o zata:

– “Git, bunu bütün esirlere uygula…”

Evet, Rasûlullah’ın (s.a.v.) amcasına sevgisi, benzer şartların el-Abbas’la biraraya getirdiği insanlardan onu farklı tutmak manasına gelmiyordu.

Esirlerden fidye almayı kararlaştırdığı zaman Rasûlullah (s.a.v.) amcasına şöyle dedi:

– “Abbas!Kendin için, kardeşinin oğlu Akîl b. Ebî Talib için, Nevfel b. el-Haris için, müttefikin Utbe b. Amr ve El-Haris b. Fihr oğullarının kardeşi için fidye ver. Çünkü sen zenginsin…”

El-Abbas, bağlarından fidye vermeden kurtulmak istedi ve şöyle dedi:

– “Allah’ın elçisi! Ben müslüman oldum. Ama beni zorla getirdiler…”

Fakat Rasülullah (s.a.v.) fidye konusunda ısrar etti ve bu münasebetle şu ayet-i kerime nazil oldu:

“Ey Peygamber! Elinizde bulunan esirlere, Allah kalplerinizde bir iyilik bulursa, size, sizden alınanın daha hayırlısını verir, sizi bağışlar, Allah bağışlayandır, merhamet edendir, de.” (Enfal Suresi/70).

Böylece el-Abbas kendisi ve beraberindekiler için fidye ödeyip Mekke’ye döndü…

Kureyş, bundan sonra ona bir oyun oynamadı. Bir süre sonra malını, mülkünü toplayıp İslam toplumundaki ve mü’minler kafilesi içindeki yerini almak için Hayber’de Rasûlullah’a (s.a.v.) ulaştı… O, özellikle Hz. Peygamber’in ona gösterdiği sevgi ve saygıyı görüp, onun hakkındaki şu sözünü duyduktan sonra, müslümanların da sevgi ve saygısını kazandı:

– “El-Abbas, benim babamın öz kardeşidir…

Kim el-Abbas’a eziyet ederse, bana eziyet etmiş olur.”

El-Abbas mübarek bir nesil bırakmıştı.

Müslümanların büyük âlimi Abdullah b. Abbas bu mübarek çocukları ndandt.

Hicretin otuz ikinci senesi Receb ayının on dördünde, Cuma günü Medine halkı, birisinin şöyle haykırdığını duydu:

– “El-Abbas b. Abdilmuttalib’in cenazesinde bulunana Allah rahmet etsin.”

Anladılar ki el-Abbas vefat etmişti… Halk, Medine’nin benzerlerine şahit olmadığı korkunç bir kalabalıkla onu uğurlamaya çıktı… Namazını, müslümanların o günkü Halifesi Osman (r.a.) kıldırdı.

Ebû’l-Fazl’ın (el-Abbas’ın) cesedi Bâkî mezarlığının toprağı altında sükunete kavuşup istirahate çekildi…

Allah’a verdikleri söze sadık kalan salih kimseler arasında gözleri aydın olarak uyudu!..

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

mersin eskort -
deneme bonusu
- deneme bonusu veren siteler - Goley90 Giriş - youtube beğeni satın al - buy youtube likes - istanbul escorts - beşiktaş escort - beylikdüzü escort - postegro - deneme bonusu veren siteler - deneme bonusu veren siteler - istanbul escort - Baywin Giriş - bonusu veren siteler - sahabet güncel adres - onwin kayıt - Aviator oyna - izle porno