Babür Şah Hakkında Bilgi

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Hindistan’daki en büyük İslâm devleti olan Gürgâniyye Devleti’nin kurucusu. İsmi, Zahîrüddîn Muhammed Bâbür’dür. Babası, dünyânın en büyük hükümdarlarından Emîr Tîmûr Hân’ın oğlu olan Esterâbâd fâtihi Miran Şâh’ın torunu, Sultan Ebû Sa’îd’in oğlu, Fergana hükümdarı Ömer Şeyh Mirzâ’dır. Annesi, Çağatay Hânlığı’nın kurucusu Çağatay Hân’ın torunu Yûnus Hân’ın kızı Kutluğ Nigâr hâtûndur. 14 Şubat 1483 (H. 888) târihinde Özbekistan’ın Fergana şehrinde doğdu. 26 Aralık 1530 (H. 937) târihinde Agra’da vefat etti. Kabri, Kabil’dedir.

İyi bir tahsîl ve terbiye ile yetiştirilen Bâbür Şah, Hâce Kelân’ın terbiyesinde büyüdü. Ana dili olan Türkçe’den başka, mükemmel surette Farsça ve Arabça öğrendi. Âlim ve evliya diyarı Türkistan’da, Ehl-i sünnet itikadını ve Hanefî mezhebi fıkıh bilgilerini tahsîl etti. Zâten, öteden beri ataları, İslâm âlimlerinin hizmetkârı idiler.

Tîmûr Hân, İmâm-ı Teftezânî’nin sohbetine devam ederdi. Dedeleri Ebû Sa’îd ve Yûnus Hân da Silsile-i aliyyenin büyüklerinden Ubeydullah-i Ahrâr’ın (k. sirruh) sohbetinde bulunarak duasını aldılar ve teveccühüne kavuştular. Torunları Bâbür Şah doğunca, Ubeydullah-i Ahrâr hazretlerine takdîm edip, ad istediler.

Ubeydullah-i Ahrâr hazretleri, Bâbür’e, dînin yardım edip yayıcısı mânâsında Zahîrüddîn lakabını verdi ve sevgili Peygamberimizin ism-i şerîfi olan Muhammed adını koydu. Pek çok dualar etti. Bâbür Şah, bu teveccüh ve ad alma yönüyle nice muvaffakiyetlere mazhâr oldu ve dâima bunun şükrünü yaptı.

Daha sonraları çok tehlikeli, çetin ve maceralı hayâtını yazan ve Allahü teâlânın emir ve yasaklarına uyarak da, kendisine verilen nîmetlerin şükrünü eda etmeye çalışan Bâbür Şah; “Allahü teâlâ, lütfuyla işlerimi en müsait ve en mes’ûd bir şekilde tanzim etmiştir” derdi.

Devrin örf ve âdetlerine göre mükemmel bir askerî tâlim ve terbiye ile yetişti rilen Bâbür Şah, kılıç kullanmayı, ok atmayı ve ata binmeyi öğrendi ve kumandanlık vasıflarını geliştirdi. Gençliğinden îtibâren gazalara katılıp, zaferler kazandı.

Fergana bölgesinin emîri olan babası Şeyh Ömer Mirza, oğlu Bâbür’ü, kumandanlık ve devlet idaresinde bilgi ve tecrübesini arttırması için Endican valiliğine tâyîn etti. Tahsîline burada da devam eden Bâbür, babasının bir kaza sonucu ölümü üzerine, 10 Haziran 1494 (H. 5 Ramazan 899) târihinde Fergana bölgesine emîr oldu.

Genç yaşında mes’ûliyet yüklenen Bâbür, amcası ve dayısı ile, tehlikeli ve maceralı bir mücâdele içine girdi. Tîmûroğulları, bağlı beylerden meydana gelen ve Semerkand’daki hükümdarın idaresinde bulunan fedaral bir devletti. Semerkand’daki hükümdarın iktidarını yitirmesi, bâzı kuvvetli beylerin güçlenmesine sebeb oluyordu.

Bâbür Şâh’ın Fergana emîri olduğu sıralarda da, Tîmûroğullarının zayıflaması sebebiyle, Mirza denilen beyler arasında daimî çatışmalar oluyor ve aralarında bir birlik sağlanamıyordu. Bâbür Şah, Tatar ve Özbek melikleriyle on bir yıl mücâdele etti. Geçirdiği bir çok tehlike ve maceralar; tecrübesini, mukavemet ve azmini gittikçe arttırdı.

Ağır şartlarda, az sayıda kuvvet ve sâdık mâiyetiyle büyük işler başarmayı öğrendi. Şeybânîlerin işgalindeki Semerkand ve Endican’ı 1498 (H. 904) ve 1499-1500 (H. 905-906) yıllarında zabt etmeye çalıştı. Fakat muvaffak olamadı. Üstelik her şeyini kaybetti ve çok az olan sâdık dostlarından başka herkes kendisini terk etti. Üç sene mâiyetiyle birlikte sefalet ve sıkıntı çekerek ölümle burun buruna geldi. Buna rağmen dâima tevekkül içinde abdestli bulunur, dua eder ve Allahü teâlâdan gafil olmazdı.

Ziyadesiyle sıkıntılı ve çok tehlikeli bir günde abdest alıp namaz kıldıktan sonra; “İster bir, ister yüz yıl yaşa ne çıkar! Kalbleri fetheden bu saraydan ayrılma zamanı geldi” deyip, tam bir tevekkülle Allahü teâlâya sığınarak yattı ve hemen uyudu. Rüyasında, Ubeydullah-ı Ahrâr hazretlerinin torunlarından Hâce Ya’kûb’u gördü. Ona; “Korkmayın! Dedem Ubeydullah-i Ahrâr hazretleri sizi unutmadı. Biraz sonra imdadınıza koşacaklar, uyanın” diyordu. Gözlerini açınca düşmanlarının bulunduğu yere kadar geldiklerini ve kendisini yakalayıp bağlamaya hazırlandıklarına şâhid oldu.

O anda nal sesleri de işitiliyordu. Gelenler, Bâbür’ün iki sâdık kumandanı ve yirmi adamıydı. Tehlike geçmişti. Yardıma gelenler, rüyada Ubeydullah-i Ahrâr hazretlerini gördüklerini ve yerini bildirerek gidip bulmalarını emrettiğini söylediler. Bâbür Şah, genç yaşında uğradığı felâketlere sabrederek, hiç bir zaman mücâdeleden yılmadı. Mümtaz bir şahsiyete sâhib olması sebebiyle, adamlarının kalbini kazanmasını çok iyi bilirdi. Uğradığı felâketlere rağmen, her defasında etrafında sâdık adamlar toplandı. Taşkend’de dayısının yanında iken, bir ordu kurdu. Dünyânın en muhteşem sıra dağları olan Hindukuş’u aşıp, Kabil’i muhasara etti. Kan döküp, tahribat yapmak istemediğinden, Hâkim Mukim Argun ile müzâkereye girişildi. Bâbür Şah müzâkerenin uzatılmaması için, şaşalı bir askerî gösteri tertipledi. Birliklerini etrafa yaydı.

Rüzgâra karşı dalgalanan sancaklar ve kulakları sağır eden kös sesleri arasında kalenin karşısındaki yüksek bir düzlükte resmî geçit yaptırdı. Kâbillilerin hayranlıkla seyrettiği merasim, Mukim Argun’un şehri teslim etmesine sebeb oldu. Kabil, böylece kuvvete baş vurulmadan ince bir siyâsetle zabtedilrniş oldu ve halk hiç zarara uğramadı. 1504 (H. 910)’da, Hindukuş’tan Gazne’ye kadar hâkim oldu.

Tâbiiyyetine giren Mukim Argun’u, mükâfatlandırdı ve teşkilâtlanmaya önem verdi. Yine toprakları umarlara ayırarak, kendisiyle beraber gelen kumandan ve hanedan mensuplarına dağıttı. Şeybânî istilâsından kaçan; Semerkand, Hisar ve Fergana ahâlisini iskân etti. Fars, Türk, Tatar, Hindu, Peştu lisânlarını konuşan ahâliye adaletle muamele etti. Askerî teşkilâtı kuvvetlendirip, güçlü bir ordu kurarak İslâmiyet’i insanlara duyurdu ve bu uğurda çok çalıştı.

Bâbür Şah, adaleti te’min etmek için gazalara çıktı. Gittiği yerlerde İslâm’ın ahkâmını tatbik etti. 1505 (H. 911) senesinde, İndus nehri sahillerine kadar ilerledi. Âsî kabile reislerini cezalandırdı. Hire’yi zabt edip, Belh’i hâkimiyeti altına aldı. Tîmûrlu hükümdarı Hüseyn Baykara’nın 1506 (H. 912) yılında vefatından sonra Herat’a geldi.

Yeğenleri Bedîüzzamân ve Muzaffer Hüseyn tarafından çok iyi karşılandı. Herat’ın ziyaret mahallerini, evliyanın büyüklerinden Abdullah-ı Ensârî hazretlerinin türbesini ziyaret etti. San’at ve mimarî eserlerini ve dinlenme yerlerini gezdi. Sonra, Ubeydullah-i Ahrâr’ın (k. sirruh) talebesi, büyük âlim, edib Molla Câmî hazretlerinin türbesini ziyaret ederek feyz alan Bâbür Şah, buralarda gördüğü nâdîde eserlerin te’sıri altında kaldı.

Mevsimin kış olması sebebiyle, büyük zorluklar ve sıkıntılar içerisinde yedi aydır ayrı kaldığı Kabil’e dönen Bâbür Şah, burada amcasının oğlu Hân Mirzâ’nın isyanını bastırıp şehre girdi. Kandehâr’ı 1507 (H. 913) senesinde zabt etti. Afganistan’a hâkim, büyük bir İslâm devleti kurdu.

Tîmûrlular hanedanının en büyük reisi olduğunu îlân edip, Pâdişâh ünvanını aldı. Şeybânî Hân’ın, Şah İsmail Safevî’ye mağlûb olması üzerine, tekrar Mâverâünnehr’e gitmek istedi. Bu sırada Şah İsmail, Herât’ı işgal edip, Ehl-i sünnet ahâlisine çok zulm etti. Üç büyük halîfeye ve Eshâb-ı kiramın büyüklerine dil uzattı.

Sünnî bir müslüman devlet adamı olan Bâbür Şah, hâdiseler karşısında çok üzüldü ve Safevî zulmüne son vermek istedi. 1511 (H. 917) senesinde Hisar ve Buhârâ’yı zabt edip, Mâverâünnehr’deki şehir ve kasabalara hâkim oldu. Özbeklerle arası açılınca Kabil’e çekildi.

Budizm ve mecûsîlik gibi putperestliğe inanan racaların zulmü altında inleyen Hindistan’a, İslâmiyet’i götürmeye karar verdi. Kuvvetli bir ordu kurdu. 1518 (H. 924) yılında, süvârî ve ateşli silâhlar ile Kunar ve İndus sahalarını emniyet altına aldı. 1519 (H. 925)’de İndus nehrini sallarla geçti ve Pencab’a hâkim oldu. Pencab ahâlisine çok iyi muamele etti. Askerlerin zulüm ve tahribat yapmasını şiddetle yasak etti. Hindistan’ın merkezi Delhi’ye elçi gönderdi. Gönderdiği elçi Lahor’da tutuklanınca, Kabil’e dönüp, hudutlarını emniyet altına almaya ve ordu toplamaya başladı.

Bâbür Şah, Afganistan’da kuvvetlenip, gönderdiği adamları vasıtasıyla Hindistan’da tarafdâr topladı. Yeniden İndus nehrini geçerek, kuzey Hindistan’a girdi. Lahor’u zabt edip, Pencab’ı adamları arasında taksim ederek tekrar Kabil’e döndü. 1525 (H. 932) yılında beşinci olarak son defa Hindistan seserine çıktı. On iki bin kişilik kuvvetle Hindistan’a girdi.

Geçtiği yerleri teşkîlâtlandırarak ilerledi. Bu sefer esnasında Bâbür Şah, uğradığı her yerde, insanların müslüman olmasında müessir olan, evliya ve âlimlerin kabir ve türbelerini ziyaret etti. Muvaffakiyeti için, onların ruhlarından istimdâdda bulunup, Allahü teâlâya dua etti. Hindistan’ın zaptı için, batıdaki en büyük Türk-İslâm devleti olan Osmanlı Devleti ile münâsebet kurdu. O devrin en ileri ve en yüksek ateşli silâh teknolojisine sâhib olan Osmanlı Devleti’nden topçu ustaları getirtti. Bütün hazırlıklarını yapan Bâbür, Delhi’ye hâkim olan İbrahim Lodî’ye karşı harekete geçti.

21 Mayıs 1526’da Pânipüt’te yapılan meydan muharebesinde, İbrahim Lodî’nin kendisinden çok üstün kuvvetlerini karşılayarak mağlûb etti. Bu zaferden sonra büyük ün kazanan Bâbür Şâh’a imparatorluk yolu açıldı. İbrahim Lodî’nin ölümü üzerine, Hindistan-Türk İmparatorluğu tacına sâhib oldu. O zaman dünyânın en büyük şehirleri arasında olan Delhi, Agra ve Hanpur’u 1526 yılında feth etti. Agra’yı başşehir yaparak, 1526 yılını Bâbür İmparatorluğu’nun kuruluş târihi olarak îlân etti.

Bâbür Şah, Pânipüt muharebesini kazandıktan sonra da, fetihlere devam edip, içerde ve sınır boylarında emniyeti sağlamaya çalıştı. Mültan’ı ilhak ederek, hudutlarını İndus’tan Bihâr’a kadar ulaştırdı. Biyana kalesini zabt etti. Hindular üzerine yürümek için 1527 senesinde Agra’dan çıktı. Bu haber üzerine, hindular aralarında ittifak kurup, yüz bin kişilik bir ordu, bir kaç yüz zırhlı fil ile karşı koymak için yola çıktılar. Çok kritik ve târihî bir an başlamıştı. Zîrâ müslümanların Hindistan’daki beş asırlık hâkimiyeti, hindular tarafından hazırlanan bir ordu ile ilk defa tehdit ediliyordu. Bu tehlikeli anda Bâbür, on üç bin beş yüz kişilik çok seçkin atlı birliğinin başında harbe girdi.

Ateşli silâhlara ve Osmanlı sultânı tarafından gönderilen Mustafa Rûmî Bey’in kumandasındaki top ve topçu birliğine sahip Bâbür ordusu, mükemmel bir muharebe taktiği ile gâlib geldi ve düşman ordusu imha edildi. Bu müslüman Türk’ün Pânipüt zaferinden daha büyük bir zaferiydi. Biyana civarında geçen ve “Kanva Meydan Muharebesi” diye adlandırılan bu muharebe, Bâbür’e, Gazneli Sultan Mahmûd derecesinde şöhret kazandırdı. Hindistan’daki Türk-İslâm idaresi kuvvetlendi. Şeyh Zeynüddîn Hafî’nin kaleme aldığı Zafer-nâme, bütün müslüman hükümdarlara gönderildi. 1528 (H. 935)’de Şanderi’ye varıp, şehri Rajput ve hindulardan kurtardı.

Bâbür Şah, Bengâl seferi neticesinde; Himâlaya’dan Guvalyar’a, Şanderi ve Amuderya’dan Bengâl’e kadar olan bölgeye hâkim oldu. Otuz seneyi aşan hayâtı, mücâdele ile geçtiğinden; bir hayli yıprandı ve sıhhati bozuldu. Bu sebepten, Bedahşân valisi olan büyük oğlu Hümâyûn’u Agra’ya çağırdı. Hümâyûn, babasının yanına gelince, hastalandı ve altı ay yattı. Oğlunun hastalığına çok üzülen Bâbür’ün sıhhati daha da bozuldu.

Nihayet Hümâyûn’un iyileşmesinden sonra devlet erkânını toplayıp, kendisinden sonra Hümâyûn’u hükümdar yapmalarını vasiyet etti. Sıtma ve müzmin ishalden bir türlü kurtulamayan Bâbür, 26 Aralık 1530 (H. 937) senesinde, kırksekiz yaşında iken vefat etti. Önce Agra’da Nur-Afson bahçelerinde defn edildiyse de, daha sonra Kabil’e nakledildi. Torunlarından Şah Cihan, 1646 (H. 1056) yılında kabri üzerine muhteşem bir türbe inşâ etti. Vefatında; Hümâyûn, Kâmrân, Askerî ve Hindâl adlı dört oğlu ve Gülrenk, Gülçehre ve Gülbeden isimli üç kızı vardı.

Bâbür Şah, otuz altı sene süren hükümdarlık hayâtında İslâmiyet için çalıştı ve çok hizmet etti. Hindistan’ı alarak doğuda en büyük İslâm devletini kurdu. 1526 (H. 933) yılında kurulan bu devlet; Bâbürlüler, Tîmûroğulları ve Gürgâniyye diye târihe geçti. Müslümanların en büyük ve tehlikeli düşmanları olan İngilizlerin, Hindistan’ı işgaline kadar, üç yüz kırk bir sene hüküm sürdü. (Bkz. Bâbürlüler!)

Bâbür Şah, âlim, âdil, edib, mücâhid ve sâlih bir müslüman idi. Vefatından sonra, Hazret-i Firdevs Mekâni ve Hazret-i Gûti-sitân (cihan fâtihi) diye yâd edildi. Cesareti, keskin zekâsı, ince, zarîf yapısıyla büyük bir devlet adamı ve kumandandı. Kahramanlığı ve yılmaz azmi ile tanınırdı. Çevresindeki insanlara, sevgi, saygı ve muhabbet ile hitâb edip, onları kendine bağlardı. Olaylar karşısında kazandığı tecrübe, kabiliyetinin gelişmesini arttırdı. Bütün hâdiseleri tevekkül ile karşılar, hiç bir zaman Allahü teâlâdan ümîdini kesmezdi. Kendisine karşı gelen, pek çok hanedan üyesi, kumandan ve devlet adamının yaptıklarını bağışlayıp, onları affetti.

İslâmiyet’in emri ve devletin bekası söz konusu olduğu anda, en şiddetli cezaları vermekten çekinmezdi. Memleketinin îmân için gayret gösterdi. Hindistan ve Afganistan’da bir çok yollar, kervansaraylar ve medeniyet için gerekli olan vâsıtaların yapımına gayret ederek, memleketi bayındır hâle getirdi. Kılıç kullanmak, ata binmek gibi kumandanlığın gereği olan hususların yanında, mu’azzam bir edebî zekâya sahipti. Türk edebiyatının en büyük şâir ve ediblerinden biri idi.

Hayâtını kendi yazdı. Bâbür Şâh’ın; Edebiyat âleminde büyük bir yeri işgal eden ve Tüzük Bâbûrî, Bâbürnâme veya Vekâyi diye bilinen eseri, o devrin Orta Asya, Afganistan ve Hindistan târihi için mühim kaynaktır. Bu eser, önce Farsça’ya, sonra; İngilizce, Fransızca, Rusça, Felemenkçe, Almanca’ya çevrilmiş ve Türkiye Türkçe’sine de aktarılmıştır. Hâce Ubeydullah-i Ahrâr hazretlerinin, Hanefî fıkhı üzerine Farsça olarak yazdığı, Risâle-i Vâlidiye’sini, Risâle-i Vâlidiye tercümesi adıyla, nazm şeklinde Türkçe’ye çevirdi.

Yine Hanefî mezhebine ait olan ve fıkhı mes’eleleri ihtiva eden Mubeyyen’ini yazdı. Mesnevi tarzında yazılan bu eser, Bâbür’ün fıkıh ilmindeki bilgisini ortaya koymaktadır. Ayrıca, Türkçe pek kıymetli bir eser olan Risâle-i Arûz’u ile Dîvân’ı vardır. Eserlerinde Türkçe, Farsça, Arabça ve Moğolca’yı en iyi şekilde kullandı. İfâdesi ve hattı çok güzel idi. Bundan dolayı onun yazılarından, Hatt-ı Bâbûrî ismi ile yeni bir yazı türü ortaya çıktı.

Bâbür Şah, hattatlığın yanında, hayvancılık, mimarlık ve daha pek çok sanatın bilgi ve inceliklerini kendinde toplamıştı. Torunlarından Cihangir, ondan bahsederken; “Bâbür Şah nura olduğu kadar, fütühata da yürüdü. Ama aslında o, mânâ âlemine dönüktü” demektedir. Bu teşhis ve cümleler, her yönü ile onun şahsiyetini anlatmaya kâfîdir.

Son derece geniş bir kültüre sâhib olan Bâbür Şâh’ın güzel vecîzelerinden bâzıları şöyledir:

Sana kötülük edeni kadere bırak, kader intikamını daha iyi alır.”

İşlerin zamanında yapılması lâzımdır. Vakitsiz yapılan iş, gevşek olur.”

Yaralı gönüllerin derdinden sakın!

Çünkü gönül yarası sonunda açığa çıkar.

Elinden geldiği kadar gönül yıkma,

Çünkü bir âh, bin dünyâyı alt-üst eder.”

Kötü adamla yaşamaktansa, iyi adamla ölmek daha iyidir.”

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

mersin eskort -
deneme bonusu
- deneme bonusu veren siteler - Goley90 Giriş - youtube beğeni satın al - buy youtube likes - istanbul escorts - beşiktaş escort - beylikdüzü escort - postegro - deneme bonusu veren siteler - deneme bonusu veren siteler - istanbul escort - Baywin Giriş - bonusu veren siteler - sahabet güncel adres - onwin kayıt - Aviator oyna - izle porno