Bağdat Şehrin Nerede ve İslam Açısından Önemi Nedir

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Târihte İslâmiyet’in büyük merkezlerinden biri. Abbasîler zamanında idare merkezi ve İslâm âleminin başşehri idi. Bağdâd, Farsça bir kelimedir. Şehrin, Abbâsîlere payitaht olduğu sürece, resmî ismi Medînet-üs-selâm (Sulh şehri) olmasına rağmen, halk arasında devamlı eski ismi kullanılmıştır.

Bağdâd, başşehir olmadan önce, Dicle kıyısında küçük bir köydü. Dicle’yi, Fırat nehrine bağlayan ve gemilerin geçmesine elverişli bir kanalın yakınında; bütün istikâmetlere giden yolların birleştiği bir kilit merkeziydi. Abbasî hilâfetinin ilk merkezi Küfe idi. Fakat şehirde haricîlerin çokluğu tehlike arz ettiğinden, Birinci Abbasî halîfesi Ebü’l-Abbâs Saffâh, Fırat’ın doğu kıyısındaki Hâşimiye’yi hilâfet merkezi seçti. Halîfe Mansûr, Küfe yakınlarında kendi ismi ile anılan bir merkez kurdu ise de, burası Kûfe’ye çok yakındı ve yine tehlike söz konusuydu. Bundan dolayı halîfe Mansûr, ordusuyla beraber yerleşebileceği uygun bir yer aradı ve pek çok yerleri gezdi.

Bu sırada askerlerinden biri, gözündeki hastalığı tedâvî ettirmek için uğradıkları şehirlerden birisinde kaldı, Tedâvî olduğu hıristiyan doktor, Mansûr’un niçin bu sefere çıktığını sordu ve; “Bizim kitaplarımızdan birinde Miklâs adlı bir kişi, Dicle ile Zevrâdenilen yer arasında bir şehir kuracak. O şehrin bir bölümünü inşâ ettiği sırada Hicaz’da kargaşalık olacak. Şehrin inşâsına bir müddet ara verip, kargaşayı bastıracak. Sonra Basra’da daha büyük bir kargaşa olacak. Bunu da bastırdıktan sonra, dönüp şehrin inşâsını bitirecek. Uzun ömür sürecek ve saltanat onun çocuklarına geçecek” diye yazıyor” dedi. Asker, Halîfe Mansûr’un peşinden yetişti ve doktorun söylediklerini aynen anlattı. Halîfe Mansûr; “Bana çocukken Miklâs denirmiş” dedi.

Halîfe Mansûr, Bağdâd köyünün yakınlarına gelince, bölgeyi beğendi ve hakkında bilgi topladı. Arazi sahibini yanına çağırarak istişarede bulundu. Arazi sahibi; “Ey Emîr-ül-mü’minîn! Benim fikrimi sorarsan, şu dört nokta arasında yerleşmelisin. Batıda Katrab-bül ve Badüryâ, doğuda ise Bük nehri ve Kelvâzî noktalarıdır. Böylece hurma ağaçlarının arasında ve suya yakın bir yerde olursun. Ey Emîr-ül-mü’minîn! Erzak, Şam ve Rakka’dan ayrıca Fırat nehri yoluyla gemilerle Mısır civarından gelir. Çin, Hindistan, Basra, Diyarbakır, Diyâr-ı Rum, Musul ve diğer şehirlerden gelecek erzak ise Dicle yoluyla gelir.

Aynı zamanda etrafın nehirlerle çevrili olduğundan, düşmanların sana köprü olmadan yanaşamazlar. Yaptırdığın köprüleri yıktığın veya önünü kestiğin an, düşman şehre ulaşamaz. Dicle, Fırat ve Sarrât, şehrin etrafında hendek vazifesi görür. Basra, Küfe, Vâsıt, Musul ve Sevad’ın ortasında bulunur, denize ve dağa yakın olursun” dedi. Bunun üzerine Mansûr, Bağdâd köyünün yanında büyük bir şehir kurmaya karar verdi.

Halîfe Mansûr, verdiği karar üzerine bir çok mîmar ve inşâat ustasını huzuruna çağırdı. Onlara şehir hakkında zihnindeki fikirleri anlattı. Mimarlar ve ustalar onun istekleri doğrultusunda bir plân çizerek gösterince, Halîfe bunun, kül ile, arazi üzerine çizilmesini istedi. Mimarlar plânı kül ile, arazî üzerine çizdiler. Mansûr, plân üzerinde her kapıdan ayrı ayrı şehre girdi.

Külle çizilmiş cadde ve sokakları dolaştı. Küllerin üzerine pamuk tohumu serilmesini ve yağ dökülüp yakılmasını istedi. Böylece şehrin planını parlak alevler altında da seyretti.

Halîfe Mansûr, plânı inceledikten sonra valilere mektuplar yazarak, bölgelerinde bulunan ve inşâat işinden anlayan ehil kimselerin Bağdâd köyüne gönderilmelerini istedi. Bağdâd, sayısız işçi ve san’at erbabı ile dolup taştı. Gelenler arasında Haccâc bin Ertât ve büyük âlim İmâm-ı a’zam Ebû Hahîfede vardı. İmâm-ı a’zam, kerpiç ve tuğla hazırlanması ile taş yontulması işlerinin kontrolünü üstlendi. 762 (H. 145) senesinde şehrin inşâsına başlandı. Temele ilk taşı Halîfe, besmele çekerek kendi eliyle koydu.

Şehrin plânı dâire şeklindeydi. Bu yüzden Bağdâd’a El-Medînet-ül-Müdevvere yâni dâire şehir de denilmiştir. Dâirenin merkezinde halîfenin sarayı ve cami, bunların etrafında muhafızlara ait binalar vardı. Onların etrafında ise halîfe çocuklarının, sonra vezirlerin ve devlet ricalinin evleri ve devlet dâireleri bulunuyordu. En dışarda ise sokaklarla ayrılan halka ait evler geliyordu. Şehrin, dâirenin merkezinden surlara doğru uzanan dört ana caddesi vardı.

Şehrin etrafına ilk önce iki sur yapıldı. Dış surun yüksekliği bir adam boyuna ulaştığı zaman, Medîne ve Basra’da şiîler ayaklandı. Halîfe Mansûr, inşâatı durdurmak mecburiyetinde kaldı. İsyan bastırıldıktan sonra şehrin inşâsına devam edilâkve 763 (H. 146) senesinde saray ile devlet erkânına ait yerlerin inşâatı tamamlandı. Hükümet merkezi de buraya taşındı. Surların yapımı ve hendek kazma işi ise, 766 (H. 149) senesine kadar devam etti.

Yeni Bağdâd’ı çevreleyen iç surun çapı 576 m. yüksekliği 17 m. taban genişliği ise 10 metreydi. Dış surun taban genişliği 24 m. olup, yüksekliği 15 metreydi. İki surun arasındaki mesafe 77 metre idi. Şehrin dört kapısı vardı ve her kapı üstünde bir kule bulunuyordu. Hicaz’dan gelen, Küfe kapısından; Ahvâz, Basra, Vâsıt, Yemâme ve Bahreyn’den gelen, Basra kapısından; doğudan gelen, Horasan kapısından girerdi. İki kapı arasında yirmi sekiz tane burç vardı. Yolların genişliği ise yirmi metre idi ve şehir modern bir şehircilik anlayışı ile kurulmuştu. Bu bakımdan Mansûr’un, şehircilik târihinde ayrı bir yeri vardır.

Kerpiçlerin, 48×48 cm. gibi belirli bir ölçüsü vardı. Binaların, mescidin, sarayın, çarşının, surların, hendeklerin ve kapıların yapımı için dört milyon sekiz yüz otuz üç dirhem harcandı. İnşâatta çalışan bir usta, o zamanın parasıyla bir gümüş kırat gündelik; bir amele ise iki habbe gündelik alıyordu. Sarayın, kumandanların ve kâtip köşklerinin kapılarının çoğu, Cami meydanına açılıyordu.

Bağdâd’ın inşâatının bitmesinden kısa bir süre sonra, şehirde medeniyet, ilim ve fazilette önemli gelişmeler oldu. Az zamanda siyâsî, sosyal ve ilmî gelişmeler kendini gösterdi ve şehir bütün Arab yarımadasının merkezi hâline geldi. İslâm dünyâsının dört bir yanından gelen ilim ve irfan sahiplerinin meskeni oldu.

Moğol istilâsına kadar Abbâsilerin ve İslâm dünyâsının başşehri olan Bağdâd, bilhassa Halîfe Harun Reşîd zamanında dünyânın en parlak ilim ve kültür merkezi idi. Bu devirde şehrin doğu bölümü, batı bölümü kadar genişletildi. Ölümünden sonra oğulları Emin ile Me’mûn arasındaki taht kavgaları sırasında, Me’mûn’un komutanları Harrama ve Tâhir tarafından Bağdâd ilk defa kuşatıldı.

On dört ay süren kuşatmada, şehrin pek çok yerleri yakılıp, yıkıldı. Bundan çok zarar gören şehrin batı bölümü oldu ve bir daha eski durumuna ulaşamadı. Hilâfeti ele geçiren Me’mûn; şehrin merkezindeki saray yıkıldığı için, Bermekîlerin sarayına yerleşti. Bu târihten itibaren şehrin doğu bölümü gelişmeye başladı.

Halîfe Mu’tasım zamanında, şehir payitaht olma özelliğini kaybedince, Samarra, hilâfet merkezi oldu. Fakat yarım asır sonra Halîfe Mu’temid, hilâfet merkezini tekrar Bağdâd’a taşıdı. Yeniden payitaht olan şehrin doğu bölümündeki halîfe sarayları onarıldı. Bağdâd’ın tekrar hilâfet merkezi olmasından, Büveyhoğullarının eline geçmesine kadar geçen yarım asırlık dönemde, büyük gelişmeler görüldü.

Bağdâd, şiî Büveyhoğullarının eline geçince, hilâfet bir asır boyunca bu soyun idaresi altında kaldı. Sünnî Bağdâd halkı, Büveyhoğullarına karşı sık sık ayaklanınca, şehir büyük zarar gördü. Bu durum, Selçukluların Bağdâd’ı almalarına kadar sürdü. 1055 (H. 447) senesinde Halîfe Kâim-biemrillah’ın vezîri İbn-i Müslime’nin, Selçuklu sultânı Tuğrul Bey’i yardıma çağırması üzerine, Bağdâd’daki Büveyhoğulları hâkimiyetine son verildi.

Selçuklu sultanları, Bağdâd’a hâkim olduktan sonra, burada devamlı kalmadılar. Sultan Alb Arslan’ın Bağdâd’a hiç gelmemesine rağmen; oğlu Sultan Melikşâh sık sık geldi. Saray, bir çok bina ve medreseler yaptırdı. Bunlardan, büyük vezir Nizâm-ül-Mülk tarafından şehrin doğu bölümünün güney kısmında yaptırılan, zamanın büyük âlimlerinin ders verip, talebe yetiştirdiği Nizamiye Medresesi çok meşhûr oldu.

Halîfe Muktedî ve Mustazhir zamanlarında, süslü ve büyük binalara kavuşan Bağdâd, Abbâsilerin son iki asrında sessiz bir duruma geldi. Bu süre zarfında yangın, sel, ayaklanma gibi hâdiseler olduysa da, şehir fazla harâb olmadı. Kirman Selçuklu hükümdarı İkinci Mehmed, şehri kuşattı ise de bir sonuç alamadı. Son iki halife zamanında yaptırılan bâzı binalar, günümüze kadar gelmiştir.

1258 (H. 656) senesinde Moğol hükümdarı ve İslâm’ın büyük düşmanı Hülâgû, kuvvetli bir ordu ile şehri sarınca, son halîfe Mu’tasım, Bağdâd’ı teslim etmeğe mecbur oldu. Zâlim Hülâgû, halîfeyi ve ailesinden bir çoğunu öldürdü. Büyük katliâm yapan Moğollar, tahribe yöneldiler. Fakat Hülâgû, burayı kendisine başşehir yapmak istediğinden, duruma mâni oldu ve zarar gören bâzı önemli binaları tamir ettirdi.

Eski ihtişamını yitiren şehir, 1339 (H. 740) senesine kadar İlhanlılara bağlı kaldı. 1340 (H. 741) yılında Celâyirli soyundan Hasan Büzürg, Bağdâd’da bağımsızlığını îlân etti ve Mircâniye adıyla meşhûr olan bir medrese yaptırdı. Celâyirliler, şehre, 1410 (H. 813) senesine kadar hâkim oldular. Bu zaman zarfında şehir, Tîmûr Hân tarafından iki defa alındı ve ikinci kuşatmada çok hasar gördü. Celâyirlilerin hâkimiyetinin son bulmasından sonra Bağdâd, sırasıyla; Karakoyunlu ve Akkoyunlu devletlerinin eline geçti.

Osmanlı pâdişâhı Kanunî Sultan Süleyman, Tebriz’i ele geçirip, Bağdâd üzerine yürüdüğü zaman, Akkoyunlu hükümdarının tâyin ettiği vali Tekeli Mehmed, şehirden kaçtı. Şehrin ileri gelenleri Bağdâd’ın anahtarlarını Sadrâzam İbrahim Paşa’ya takdim ettiler. Kanunî Sultan Süleyman şehirde dört ay kalarak, bir çok yerleri tamir ettirdi.

Osmanlı sultânı Birinci Ahmed zamanına kadar Bağdâd’da kayda değer bir siyâsî hâdise olmadı. Zaman zaman görülen aşîret ayaklanmaları ise hemen bastırıldı. Sultan Birinci Ahmed’in ölümünden sonra eyaletlerdeki ayaklanmalar neticesinde, Bağdâd Safevîlerin eline geçtiyse de, Dördüncü Murâd Hân tekrar Osmanlı hâkimiyeti altına aldı. Sadrâzam Kemankeş Kara Mustafa Paşa Safevî hükümdarı ile 1639 (H. 1049) senesinde, zamanımıza kadar geçerliliğini koruyan Kasr-ı Şîrîn anlaşmasını imzaladı. Birinci Dünyâ Harbi’nin sonuna kadar Osmanlı Devleti’nin bir eyâleti olarak kalan Bağdâd’da, bâzı ayaklanmalar olmuşsa da, Bağdâd valilerinin hepsi, devlet otoritesini hissettirdikleri gibi, halkın refah ve huzuru için çalıştılar.

Bağdâd, Osmanlı yönetimine geçtikten sonra, Osmanlı pâdişâhları ve valileri tarafından îmâr edildi. Kanunî Sultan Süleyman, İmâm-ı a’zamın mezarını buldurup adına türbe, cami ve medrese yaptırdı. Abdülkâdir-i Geylânî türbesi ve Camii için zengin vakıflar kurdu. Osmanlı valileri şehre su getirmek, koprüler, su bentleri yaptırmak, bir çok yeni bina ve çarşı kurmak gibi bayındırlık işlerine önem verdiler.

Etrafını saran hurma ağaçları, süslü camileri, türbeleri ve minareleri ile güzel bir görünüşe sâhib olan şehirde; Ma’rûf-i Kerhî, Bişr-i Hafî, Mansûr bin Ammâr gibi bir çok büyük İslâm âliminin kabirleri vardır. Bağdâd, Birinci Dünyâ Harbi’nden sonra, İngiliz mandasını kabul eden Irak krallığının başkenti oldu.

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

mersin eskort -
deneme bonusu
- deneme bonusu veren siteler - Goley90 Giriş - youtube beğeni satın al - buy youtube likes - istanbul escorts - beşiktaş escort - beylikdüzü escort - postegro - deneme bonusu veren siteler - deneme bonusu veren siteler - istanbul escort - Baywin Giriş - bonusu veren siteler - sahabet güncel adres - onwin kayıt - Aviator oyna - izle porno