Kur’anı Kerim’de Sedir ile ilgili Ayetler

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

 

Sebe Suresi, 16. ayet okunuşu : Fe a’radu fe erselna aleyhim seylel arimi ve beddelna-hum bi cenneteyhim cenneteyni zevatey ukulin hamtın ve eslin ve şeyin min sidrin kalil.

Sebe Suresi, 16. ayet: Ancak onlar yüz çevirdiler, böylece Biz de onlara Arim selini gönderdik. Ve onların iki bahçesini, buruk yemişli, acı ılgınlı ve içinde az bir şey de sedir ağacı olan iki bahçeye dönüştürdük.


Sebe’ Suresi – 15-17 . Ayet Tefsiri : Şükreden iki kulunu, Dâvûd ve Süleyman’ı iyi örnek olarak zikrettikten sonra yüce Allah, kötü bir örneğe, nankör bir toplum olan Sebe’ halkının başından geçenlere dikkat çekmektedir.

Bu âyetlerde Sebe’ halkının bunca nimete ve –rivayete göre on üç peygamberin yaptığı uyarılara (Taberî, XXII, 78; Zemahşerî, III, 255)– rağmen Allah’a kulluktan ve O’na şükretmekten yüz çevirdikleri, bu sebeple büyük bir sel felâketiyle cezalandırıldıkları, had bilmezlikleri yüzünden verimli arazilerinin çorak topraklara, türlü nimetlerin de mahrumiyetlere dönüştüğü belirtilmektedir.

Türkçe eserlerde yaygın kullanımı Seba veya Saba şeklinde olan Sebe’, Arabistan’ın güneybatısında hüküm sürmüş, Ahd-i Atîk’te, Yunan, Roma ve Arap edebiyatında sık sık zikredilen bir kavmin ve devletin adıdır (J. Tkatsch, “Seba [Saba’]”, İA, X, 267). Kurucusu Sebe b. Yeşcüb adlı kişi olduğundan devlet ve hükmettiği kavim bu ismi almıştır.

Anılan şahsın bu adı almasıyla ilgili olarak değişik izahlar yapılmıştır. Bir görüşe göre Sebe’, Yemen hükümdarlarının ilkidir; Yemen Arapları’nın bütün kabile ve hükümdarları onun soyundandır. Hz. Peygamber’e “Sebe’ nedir? Bir erkek, kadın, dağ, hayvan veya yer ismi midir?” diye sorulmuş; o da “O, Araplar’dan bir adamın adıdır; on çocuğu vardı, altısı hayırlı, dördü hayırsız çıktı” cevabını vermiş ve bunlardan türeyen kabilelerin isimlerini saymıştır. 15. âyette geçen Sebe’ kelimesiyle bir şahıs değil bir toplumun kastedildiği açıktır. Sebe’ yönetimi –Neml sûresinin 22-44. âyetlerinde açıklandığı üzere– Kraliçe Belkıs döneminde Hz. Süleyman’a bağlılığını bildirmiş; o sıralarda güneşe tapmakta olan bu kavim Hz. Süleyman’ın çağrısına uyarak tevhid inancını benimsemişti (bk. Taberî, XXII, 76-77; Elmalılı, VI, 3937-3938).

Sebe’ (Saba) Devleti’nin başşehri olan Me’rib (Türkçe eserlerde yaygın kullanımı “Mârib” veya “Ma’rib” şeklindedir), Balak dağının doğusunda uzanan ve binlerce sene muazzam bir balçık tabakası bırakarak, bitkilerin gelişmesine elverişli şartlar oluşturan Zenne (Azana) vadisinin suladığı, deniz seviyesinden 1160 metre yükseklikteki Sebe ovasında bulunmaktadır.

Aynı ismi taşıyan şimdiki kasaba, şehrin eski duvarları içinde, çok eski büyük bir harabe bakıyesi üzerinde San‘a’nın doğusuna düşer. Belirtilen müsait konumu sayesinde Me’rib Arabistan yarımadasının güneybatı köşesinin esas kısmını teşkil eden ve değişik devirlerde, Hadramut ve Mahra dahil olmak üzere, Aden körfezinin doğu hinterlandına da sahip olan Sebe’ Devleti’nin merkezi olmuştu. Bunun yanı sıra Me’rib günlük isimli baharatı üreten bölgeler ile Akdeniz’i (Gazze) birleştiren önemli kervan yolu üzerinde bulunuyordu.

Bu yol Necran’a doğru, oradan da Mekke, Yesrib (Medine), Fedek, Hayber, Teymâ, Tebük, Medyen, Ezruh’tan Petra’ya, oradan da Gazze’ye doğru gidiyordu. Me’rib aynı zamanda, Necran üzerinden Vâdiddevâsir’i takip eden yol ile, Yemâme, Basra Körfezi sahilleri ve Babilonya’ya bağlanıyordu. Ülkenin zenginleşmesi iki temel sebebe dayanıyordu: a) Halkın ticarî faaliyetlere yoğun ilgisi ve Me’rib’den kuzeyde Suriye’ye, doğuda Arap denizi kıyılarındaki Zufâr’a doğru ilerleyen ve böylece Hindistan ve Çin’e bağlanan deniz yolları ile birleşen baharat yolunu kontrol etmeleri. b) Sebeliler’in başkent Me’rib’in çevresinde, yüzlerce yıllık bir zaman dilimi içinde, günümüze kadar ayakta kalabilmiş muhteşem kalıntılarıyla tarihte büyük bir ün yapmış hârikulâde bentler, barajlar ve sulama şebekeleri inşa etmeleri (Seddülarim veya Seddülme’rib diye meşhur olan büyük barajın özellikleri ve tarihî süreç içinde geçirdiği değişiklikler ile ilgili ayrıntılar için bk.

Adolf Grohmann, “Mârib [Ma’rib]”, İA, VII, 330-337). Klasik tarih ve coğrafya kaynakları Sebe ülkesinin tabii güzellikleri, mûtedil iklimi ve arazisinin verimliliği ile ilgili geniş ve ilginç tasvirler içerir (tefsirlere yansıyan örnekler için bk. Taberî, XXII, 77; Zemahşerî, III, 255). Yine bu kaynaklarda, “Seylü’l-Arim” diye bilinen büyük felâketin nasıl meydana geldiği ve sonuçları hakkında değişik öyküler ve canlı anlatımlar yer almaktadır. Ne var ki tarihçiler seddin ne zaman yıkıldığı hususunda, milâttan önce IV. asır ile milâdî VI. asır arasında değişen farklı tarihler vermektedir; bu farklılık felâketin muhtelif zamanlarda tekerrür etmiş olmasıyla da açıklanabilir (Sebe ve Arim seli hakkında geniş bilgi için bk. J. Tkatsch, “Seba [Saba’]”, İA, X, 267-288; Adolf Grohmann, “Mârib [Ma’rib]”, İA, VII, 322-340). Seddin yıkılış sebebi de kesin olarak bilinememektedir. Hükümdarların iç çekişmeler dolayısıyla tamirine fırsat bulamamaları veya düşmanlarının tahrip etmeleri sonucunda yıkılmış olması kuvvetle muhtemeldir. Bu yapının iri fareler tarafından yıkıldığı bilgisi ise hurafeden ibarettir (İbn Âşûr, XXII, 170).

15. âyetin “biri sağda diğeri solda iki bahçe” şeklinde çevirdiğimiz kısmıyla sadece iki bahçenin bulunduğu mânası anlaşılmamalıdır, her iki yanı bahçelerle kuşatılmış olduğundan her bir tarafta mevcut bahçeler topluluğu bir bahçe gibi ifade edilmiştir (Zemahşerî, III, 255). Dolayısıyla, bunu “sağında solunda bahçeler” şeklinde de tercüme etmek mümkündür. Yine bu âyette geçen ve “büyük bir işaret” şeklinde çevirdiğimiz âyet kelimesi “bir delil” olarak tercüme edilebilir. Bu mânaya göre, buradaki nimetlerde Allah’ın varlığına, kudretine, ihsanına ve O’na yapılması gereken şükre delâlet eden açık işaretler vardı yorumu yapılabilir.

Bu kelimeye “ibret” anlamı verildiğinde de ibretin sadece bu bahçelerde olduğu düşünülmemelidir; çünkü burada ibret gösterilen husus Sebeliler’in kıssasının tamamı yani kendilerine sağlanan büyük imkânlara karşılık onların nankörlük etmeleridir (Zemahşerî, III, 255). O devre ait olup asırlarca devam eden ihtişam ve refah kalıntıları, daha sonra gelen nesiller için de ibret teşkil etmektedir.

Rabbinizin bahşettiği rızıktan yiyin ve O’na şükredin” hitabı ile onu takip eden “Ne güzel bir belde, ne bağışlayıcı bir rab!” ifadesi onlara gönderilen peygamberlerin sözleri olabileceği gibi, bunlardan önce, “Âdeta bu nimetler lisân-ı hal ile onlara şöyle diyordu” veya “Onlar şöyle denmeyi hak ediyorlardı” tarzında bir mâna da takdir edilebilir (Zemahşerî, III, 255).

Ne güzel bir belde” diye çevirdiğimiz beldetün tayyibetün cümlesinin lafızları, o tarihe ait anlamı dışında, ebced hesabıyla İstanbul’un fethedildiği hicrî 857 tarihine de denk düşmekte olup bunun ilk defa Molla Câmî tarafından farkedildiği söylenir (Elmalılı, VI, 3956).

16. âyette geçen ve “Arim seli” diye çevrilen seylü’l-Arim tamlaması değişik şekillerde açıklanmıştır: Arim kelimesi “çok şiddetli, karşı konamaz” anlamında ve sel kelimesinin sıfatı olarak düşünülürse bu tamlamayı içeren cümle için, “Biz de üzerlerine o karşı konamaz seli gönderdik” gibi bir mâna verilebilir. Arim kelimesi oradaki seddin yani barajın adı kabul edilirse mevcut meâli “…Arim Seddi’nin selini gönderdik” şeklinde, oradaki vadinin veya akarsuyun adı kabul edildiği takdirde de, “… Arim vadisinin veya ırmağının selini gönderdik” şeklinde anlamak gerekir (kelimenin başka anlamlarıyla birlikte bk. Şevkânî, IV, 367; barajın nasıl yıkıldığına ilişkin bazı anlatımlar için bk. Taberî, XXII, 80).

… iki bahçeye çevirdik” ifadesinde edebî bir sanat kullanılmış, âdeta “Görün bakalım, işte bunlar da bahçe!” veya “İşte size yakışan bahçeler de bunlar!” der gibi bir mâna kastedilmiştir (İbn Atıyye, IV, 414; Zemahşerî, III, 256).

17. âyetteki “Biz, sadece nankörlük edenleri cezalandırırız” şeklinde çevrilen cümle için, “Allah kulunu onurlandırmak isterse iyiliklerini kabul eder; kulunu alçaltmak isterse günahını onun üstünde tutar, böylece kıyamet günü karşılığını verir” gibi farklı açıklamalar da yapılmıştır (meselâ bk. Taberî, XXII, 82-83; İbn Atıyye, IV, 415; Şevkânî, IV, 367-368).

Kaynak : Kur’an Yolu Tefsiri Cilt: 4 Sayfa: 425-428

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir