Mehmet Tevfik Temiztürk Hazreti Muhammed S.a.v Şiiri

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Nîsan 571 ay Rebî ül-Evvel’de,
Pazartesî gecesî kutlu şehîr Mekke’de…

İnsanlık tarîhînîn, şanlı şeceresînde,
Kâbe yakınlarında, çocuk doğdu bîr evde…

Abdülmenaf ’ın kızı, öz anne Âmîne’den,
Vehb bîn Abdül Menaf, Kureyş Kabîlesînden…

Dönüşünde Yesrîb’de tîcarî bîr seferden,
Babası vefat etmîş, îkî ay evvelînden…

Babası Abdullah îse, nesebîyle uzanır,
Hz. İsmaîl’în soyundan, Hazret-î Âdem(a. s.) ’e varır…

Vehb’în kızı Âmîne, rüyasında duymuştu,
Adını Muhammed (s. a. v.) koy dîye malûm olmuştu…

Peygamberlîk mührüyle gece doğduğunda,
Putlar düşmüş kırılmış tüm kullar karşısında…

İran hükümdarının, kemerlî sarayı da,
Tüm şerefelerîyle, yıkılmıştı bîr anda…

O sıralarda yaygın, sütannelîk âdetî,
Mekkelî emzîrîlîr, böyle bîr gelenektî…

Bîr sütanne aranır, yetîm îstenîlmezdî,
Süveybe reddetmedî, Muhammed (s. a. v.) ’î emzîrdî…

Ebu Leheb mutluydu, onu emzîrdî dîye,
Kölesî Süveybe’yî, verdî azat etmeye…

Bîr hâdîs müjdeler kî, Ebu Leheb azalttı,
Bîrçok günahlarını, orda sevabı arttı…

Halîme sütanneydî bu bebeğî kabul ettî,
Uzun süre emzîrdî berekete şükrettî…

Zaten mevsîm kıtlıktı, bundan mutlu olmuştu,
Evî bereketlenmîş, yeşîllîkle dolmuştu…

Göçebe sütanneyle, sürüye bakıyordu,
Çoğu kez hurma yîyor ve sade yaşıyordu…

Sütanne Muhammed (s. a. v.) ‘î hîç ayırt etmîyordu,
Kendî çocuklarından daha çok sevîyordu…

Tüm özellîklerînî bu yaşta anlıyordu,
Gözü gîbî koruyor bazen de ürküyordu…

Özellîklerî vardı, sıradan hîç değîldî,
Bu yüzden korkuyordu, bundan etkîlenîrdî…

Hazret-î Peygamber(s. a. v.) ’ în göğsünün yarılması,
Serhus-Sadr olayından, kalbînîn yıkanması…

İkî melek zemzemle, tekrar yerîne koymuş,
Şeytan saptırmasından, vesveselerden korunmuş…

Hazret-î Halîme’de, sütannelîk bîtmîştî,
Öz annesî Âmîne, almak îçîn gelmîştî…

Sütannesî Halîme çocukla Mekke’ye gelmîş,
Öz anne Âmîne’ ye, çocuk teslîm edîlmîş…

Carîye Ümmü Eymen, Hazret-î Âmîneyle,
Medîne’ye döndüler, bîr de hîzmetçîsîyle…

Bîr evde konaklandı, eşî Abdullah îçîn,
Ne de olsa babası, kabrî zîyaret îçîn…

Bîr aylık mîsafîrlîk, sonrasında Mekke’ye,
Dönülmek üzereyken, düştü bîr üzüntüye…

Daha dönüş yolunda, Âmîne hastalandı,
Yetîmdî Muhammed(s. a. v.) şefkatî yarım kaldı…

Dönüşte vefat ettî, Evba’ya defnedîldî,
6 yaşında îken, hem öksüz hem yetîmdî…

Dadısı Ümmü Eymen elînde Hz.Muhammed(s. a. v.) le,
Mekke’ye gelînecek, karşılanır dedeyle…

Dede Abdulmuttalîb, sorumluydu yetîmden,
O hem öksüz, hem yetîm, parçadır yüreğînden…

Onu muhabbetîyle, kalben bağrına basmış,
İkî yıl boyunca da sevmîş, korumuş, bakmış…

Bu şefkatlî dede epeyce yaşlı îdî,
Ona çok îyî bakmış ve terbîye vermîştî…

Ahîrete terk edîp, gîdînce dedesî de,
Öz amca Ebu Talîp, el verdî Muhammed (s. a. v.) e…

Öksüz ve yetîm çocuk amcasına verîldî,
Ebu Talîp cömert, îyî kalplî bîrîydî…

Amca Ebu Leheb’se, îçkîcî ve ahlâksız,
Merhametsîz taş kalplî, oldukça da vîcdansız…

Amcası Muhammed(s. a. v.) bağrına basıp sevdî,
Ona hem merhametî, hem şefkatî gösterdî…

On îkî yaşlarında tîcarî kervan île
Şam yoluna çıkmıştı, amcası Ebu Talîple…

Şam’a yakın bîr yerde Busrâ adlî bîr mevkîde,
Sezîlîr îpuçları, mola verîldîğînde…

Onun farklılıkları, bîraz dîkkat çekmîştî,
Bâhîra adlı rahîp, onu încelemîştî…

Kafîle ağırlanmış, Bahîra tarafından,
Ona der: Son peygamber, emînîm kararımdan…

Şam’ın Yahudîlerî, tanır alâmetînden,
İçlerînde kâhînler, korkulur kînlerînden…

Açıkça anlıyorlar, peygamber dîyorlardı,
Onu gîzlemesînî, dostça söylüyorlardı…

Ebu Talîp dönecektî, Bâhîra’yı dînledî,
Şam’a gîtmeyecektî, kervanını çevîrdî…

Fîcâr Harbî başlamış, henüz yîrmî yaşında,
Ok taşıyordu Resul, amcasının yanında…

Hîlfül-Fudûl’de îse, cemîyetî öğrenmîş,
Güçlüyü ve güçsüzü, cemîyette îzlemîş…

Haksızlık yapıldı mı, o devrîn kuralıydı,
Kabîlesîne söyler, çoluk çocuk savaşırdı…

Haklı haksız denmeden, întîkam alınırdı,
Bu onların kuralıydı, yoksa dışlatılırdı…

Amcası Zübeyîr dedî, mazlumlar korunmalı…
Ve yardım edîlmelî, dîkkatlî olunmalı…

Muhammed(s. a. v.) bu sırada, tîcaretle uğraşır,
Tîcaret yapmak îçîn; kervanlara katılır…

Ebu Talîp, Resul’ü Hz. Hatîce’ye önerdî,
Yeğenîne îş îçîn ona garantî verdî…

Hatîce’nîn desteğî, dürüst tüccarlarıydı,
Resul’ü tanımıştı, kölesîyle çağırdı…

Çünkü duyuyordu kî, Ahlâk güzellîğînî,
Hz. Muhammed (s. a. v.) ’în, güvenîrlîlîğînî…

Tîcarette Hatîce, Mekke’de zengîn bîrî,
Yüklüce develerle, gönderîyordu serverî…

Netura îsîmlî keşîş, tanışmak îstemîştî,
Onun mucîzelerî, dîkkatînî çekmîştî…

Evvelce tanıdığı, Meysere’yî çağırır,
Sualler yordamıyla; îyîce araştırır…

Meysereyî uyarır, o bîr peygamberdîr,
Hem de sonuncusudur, Meysere öğrenmîştîr…

Sadık köle Meysere, resule yol gösterîr,
Kervan büyük kâr eder, Hatîce çok sevînîr…

Meysere’yse anlatır, bunları Hatîce’ye,
Hatîce hayran kalır, dalar bîr düşünceye…

Mekkelî zengîn hanım, îkî eşînî kaybetmîş,
Bu tahîre bîr kadın, resulden etkîlenmîş…

Her eşten bîrer çocuk, kaderî dul kalmıştı,
Mucîzeye înanır, onu araştırmıştı…

Artar sevgî, saygısı, hayranlığı da kat kat,
Mevkî sîne güvenîr; îçî oldukça rahat…

Zengînlîk, soy sop, şeref aynı anda güzellîk,
ALLÂH (c. c.) ’ın bîr takdîrî, kalplerde bîrlîktelîk…

İş bahanesî île hedîye gönderîyordu,
Hz. peygamberle, evlenmek îstîyordu…

Konusu açılmıştı, aracılık yapıldı,
Peygamber kabul ettî, Nüfeyse aracıydı…

Hz. Hatîce’den, teklîf bîzzat gelmîştî,
Tahîre lakabıyla; kendîne güvenmîştî…

Teklîf alan peygamber; Ebu Talîp’e söyler,
Teklîfî tahkîk eder; uzaktan akrabam der…

Muhammed (s. a. v.) bîn Abdullah, Huveylîd’în kızıyla,
Artık kaynaşmışlardı, ulvî duygularıyla…

Hazret-î Hatîce 40 Muhammed(s. a. v.) se 25,
Rabbînîn huzurunda, oldu mukaddes bîr eş…

Aradan aylar geçtî, Kasım dünyaya geldî,
Yaşamadı ve öldü, sevînç uzun sürmedî…

Ümmü Gülsüm, Rukîye ve Zeynep île Fatma,
Abdullah öldüler, yaşayan, yalnız Fatma…

Sadık rüyalar görüyor, rüyalar çıkıyordu,
Toplumdan sıkılıyor ve anlatamıyordu…

Hıra Mağarası’nda Rab’bîyle kalıyordu…
Ve onun huzurunda, vakît geçîrîyordu…

Hazret-î İbrahîm’e, dualar edîyordu,
İbadetler edîyor, Hakk’ı düşünüyordu…

Seher vaktîne doğru, Ramazan’ın gününde,
Bîr gün Cebraîl (a. s.) geldî, bîr însan suretînde…

Ona abdest almayı, îstîncayı gösterdî,
Temîzlenîp dönünce 3 kere oku dedî…

Anladı bu vahîydî okumam yoktur, dedî,
Ne yaptı ısrar ettî ne okuyayım, dedî…

Rab’bînden bîldîrmîştî, Cebraîl(a. s.) getîrmîştî,
ALLÂH(c. c.) tan ayetlerî, resule bîldîrmîştî…

(Rahman ve Rahîm olan Allah’ın adıyla:
1- (Ey Resulüm) Yaratan Rab’bînîn adıyla oku!
2- O însanı bîr kan pıhtısından yarattı.
3- (Ey Resulüm) oku; (zîra) Rab’bîn sonsuz bîr kerem sahîbîdîr.
4- O kalemle öğrettî,
5- İnsana bîlmedîğînî öğrettî. Alak Suresî,1-5)

Bunlar îlk ayetlerdî, sıradan şey değîldî,
Vahîyler gelecektî, ALLÂH(c. c.) ’ın elçîsîydî…

Dedî, Hatîce anlar! Kendîsînî eve attı,
Tîtrîyor, korkuyordu, sırlarını anlattı…

Hatîce farkındaydı, dedî sen peygambersîn,
Susarsın, konuşmazsın, doğrusunu söylersîn…

Kusurlar araştırmaz, hayırlıyı söylersîn,
Övgüyü kabul etmez, kötü söz söylemezsîn…

Mîsafîr ağırlarsın, dertlere sabredersîn,
Yardımına koşarsın, sıla-î rahmet dersîn…

O tesellî olmadı moral verîyordu,
O fazîletlî kadın, ona înanıyordu…

Hatîce’nîn kuzenî, Nasturî rahîbîydî,
Tevrat, İncîl ve Zebur, îyî bîlen bîrîydî…

Hazret-î Hatîce’yle, Hazret-î peygamberîn,
Nîkâh şahîdîydî, bu evlîlîklerînîn…

Bu Varaka Nevhel’dî, bağı akrabalıktı,
Dînî farklıydı ama sırrı taşıyacaktı…

Yordu ve açıkladı dedî sen, peygambersîn.
Anlatma ona, buna, düşman çoktur bîlîrsîn…

Varaka çok yaşlıydı, Tevrat, İncîl okurdu,
Aydınlatabîlîrdî, fakat zamanı yoktu…

“Eğer bîraz yaşarsam, dermanım hîç yok dedî,
Sana sîper olurum dîye de güven verdî…

Bellî bîr zaman sonra, melek görünüverdî,
Resul korkup ürperdî, evde örtünüverdî…

Cebraîl (a. s.) sık sık geldî, ayetlerî gönderdî,
Resul kendîne geldî, sorumluluk üstlendî…

Cebraîl (a. s.) ayetlerî, resule okuyordu,
Resul tekrar edîyor, güven hîssedîyordu…

(Rahman ve Rahîm olan Allah’ın adıyla:
Ey örtünüp bürünen! Kalk ve uyar!
Rab’bînîn büyüklüğünü ve yücelîğînî an!

Kendînî arındır!
Ve bütün pîslîklerden kaçın!

Müddessîr Suresî
1-5 ayetler”)

Ayetlerî dînlîyor, sık sık tekrarlıyordu,
Benlîğîyle öğrenîp, aynen aktarıyordu…

Önce münevver eşî; Hatîce înanmıştı,
Ardından Ebu Bekîr, İslâm’a katılmıştı…

Çocuklardan Hazret-î Alî, îman ettîler.
Bunlar İslâm’a gîren, şereflî îlk öncüler…

Azatlı kölelerden, Zeyd bîn Harîse, o an,
Sıra sıra, gîzlîce, ettîler Hakk’a îman…

Zeyd, Zübeyîr, Ebubekîr, Talha, Ubeyde, Osman,
Oldular îlk Müslüman, muhteşem kahraman…

Canlara ve mallara, zarar gelmemelîydî,
İslâm’ın gîdîşatı engellenmemelîydî…

Davetler 3 yıl gîzlî, gîzlî yayılacaktı,
Düşmanlıklar daha da însafsız olacaktı…

Davetler gîzlenîrken ALLÂH(c. c.) ’tan emîr geldî,
ALLÂH(c. c.) ın resulüne, yenî ayetler îndî…

(Rahman ve Rahîm olan Allah’ın adıyla:
Sana emîr olunanı açıkça söyle!
Ve ortak koşanlardan yüz çevîr! ”

Hîcr Suresî…
Ayet:94)

ALLÂH(c. c.) resule dedî başla, teblîğ yoluna,
Aldırma müşrîklere, çağır İslâm yoluna!

Safa Tepesî’nden, tevhîdî yayıyordu,
Cennetî, cehennemî açık anlatıyordu…

Azaptan kurtulmayı ALLÂH(c. c.) ’ın bîrlîğînî,
Kurtuluş’un yolunu, kurtuluş sevîncînî…

ALLÂH(c. c.) ’a güvenerek, rahatça söylüyordu,
Dînleyenler şaşırmış, îlk defa duyuyordu…

İnananlar artıyor; Ammar, Sad, Abdurrahman,
Saîd, Saîd Hudrî, Zeyd, Cafer ve Ebu Selman…

Harîs, Amîr Rebîa, Mısab, Mesut ve Süheyb,
Ebu Ahmet, Anbese, Vakıd, Hamza ve Habbab…

Halît, Mîkdad, Cahş, Hatîp, Nuaym, Abuzer,
Bîlal, Amîr ve Üveys, Hattab’ın oğlu Ömer…

Davet açıklandıkça Müslümanlar artmıştı,
Kureyşlîlerîn kînî, üst doruğa varmıştı…

Güvendîğî însanlar, İslâmla buluşuyor,
ALLÂH(c. c.) ’a înanıyor, resulü tanıyordu…

Ebu Leheb ve eşî, düşmanlık beslîyordu,
Halkı kışkırtıyordu, înanmayın dîyordu…

Ben onun amcasıyım, dîyor dolanıyordu,
Yolunuzdan dönmeyîn, dîye kışkırtıyordu…

Ona hîddetlenîyor, hakaretler edîyor,
Bîzî bunun îçîn mî, çağırdın dîye sînîrlenîyor…

Öyle îse, ben sîze, önünüzde gelecek büyük bîr azabın bîldîrîcîsîyîm. Yüce Allah, bana, En yakın akrabalarını ahîret azabıyla korkut emrînî verdî. Sîzî Allah bîr, ondan başka İlâh yok demeye davet edîyorum. Ben de onun kulu ve resulüyüm. Eğer, dedîklerîmî kabul edersenîz, cennete gîdeceğînîzî taahhüt ve tekeffül edebîlîrîm. Şunu da bîlîn kî; sîz Allah bîr, ondan başka îlâh yok demedîkçe, sîze ben ne dünyada, ne de ahîrette bîr fayda temîn edemem. Sad, Tabakât: 1/199-200; Buharî,)

Ebu Leheb ve de eşî katı davranıyordu,
O nefret edîlendî, bunu da bîlîyordu…

Surenîn înmesîyle, daha sînîrlenîyor,
Sure-î Leheble adata çıldırıyordu…

(Rahman ve Rahîm olan Allah’ın adıyla:
Ebu Lehebîn îkî elî kurusun!
Kurudu da. Malı ve kazandıkları ona fayda vermedî.
O, alevlî bîr ateşte yanacak.
Odun taşıyıcı olarak karısı da (ateşe gîrecek) .
Ve boynunda hurma lîfînden bükülmüş bîr îp olduğu halde
Leheb Suresî Ayet:94)

Kızgın hareketîyle, îlahî nefretlerî,
Kendîsînde toplamış azabı hak etmîştî…

Şîddetlî düşmanlığı, bîtmez kîn ve nefretî,
Sure-î Tebbetle de korkunçtu akıbetî…

Bu sureyî duyunca zevcesî duramadı,
Elîne taş alarak Mescîdî Haram’a vardı…

Hazret-î Ebu Bekîr, resulün yanındaydı,
Peygamber Efendîmîzse oturuyorlardı…

Ebu Bekîr’e sordu, resulü fark etmemîş,
Arkadaşın nerede îşîttîm kî hîcvetmîş?

Bu taşı vuracağım, dîye bağırıyordu,
Resulü göremîyor, gerîye dönüyordu…

“Odun hamalı sözü” ağırına gîtmîştî,
Cehennem oduncusu onu görememîştî…

Ebu Cehîl’de bîr gün, aynı lâfı etmîştî,
Secde de Muhammed(s. a. v.) ’î taşla ezecektî…

Secdede görmüş ama onu ezememîştî,
Taşı îndîrememîş kaskatı kesîlmîştî…

Bîrkaç müşrîk toplanır; Ebu Talîp’e gîderler,
Hz-Muhammed(s. a. v.) ’î şîkâyet ederler…

(Senîn kardeşînîn oğlu, îlahlarımıza hakaret edîyor, atalarımızın sapıklık îçînde yaşadıklarını söylüyor, bîze de ahmak dîyor. O halde ya onun tarafına geç veya onu hîmayeden vazgeç de aramızda kî meseleyî halledelîm)

Ebu Talîp anlatır; Hazretî Muhammed (s. a. v) ’e,
Hz. Muhammed (s. a. v.) ’se, der kî Ebu Talîp’e…

(Ey amcacığım! Bu îşten vazgeçmem îçîn güneşî sağ elîme, ayı da sol elîme verseler bîle Allah Teâla bu dînî üstün kılıncaya veya ben bu uğurda ölünceye kadar vazgeçmeyeceğîm.)

Hz. Muhammed (s. a. v.) ’în, bu samîmîyetîne,
Ebu Talîp hak verîr ve der kî, yeğenîne…

“Gel ey kardeşîmîn oğlu gît dîledîğînî de!
Allah’a yemîn olsun kî senî teslîm etmem de! ”

Mekke müşrîklerînîn, kînlerî artıyordu,
Engel olunamıyor İslâm yayılıyordu…

İnanan kabîleler, açlığa terk edîlmîş,
3 yıllık bîr sürede, ambargoyla ezîlmîş…

İlîşkîler kesîlmîş, boykot yapılıyordu,
Müşrîklerîn kararı; Kâbe’ye asılıyordu…

İşkenceler artmıştı, Müslümanlara karşı,
Adaletsîz bîr savaş, ALLÂH(c. c.) dîyene karşı…

Vîcdanlara sığmayan, îşkenceler artıyor,
Savunmasızlar ancak; buna dayanamıyor…

Ebu Cehîl de aynen elîyle ve dîlîyle,
Peygamber yeğenîne ettîğî zulümlerîyle…

Duyduğu halde Onu Ebu Cehîl Kâbe’de,
Öldürmeyî îstemîş; görememîş önünde…

Resulün yanındakî, îkî yîğît kahraman,
Hamza ve Ömer île kuvvetlenmîştî Müslüman…

Amcası Ebu Talîp ve Hazret-î Hatîce,
Hakk’a varacaklardı, arasında 3 gece…

24 yıllık sırdaş bîrden etmîştî vefat,
O temîz ruhlu kadın resulü üzdü kat kat…

Bu hüzün yılında tüm mümînler ağladılar,
Yenî kîtle gerektî, güççe zayıfladılar…

Azatlı kölesîyle, resul, Taîf’e gîttî,
onlar aydınlanmadı peygamberî reddettî…

Üstelîk taşladılar, Hakk’ı tanımadılar,
Kan ve revan îçînde onu yaraladılar…

İşte tam bu durumda ALLÂH(c. c.) ’ın tesellîsî,
Kendîsîne çağırdı, Rab’bîn en şereflîsî…

27.gece, 621’de,
Mescîd-ül Haram’dan, Kudüs’ün de üstünde…

Kayanın üzerînden, göklere çıkarıldı,
Peygamber burağıyla Beytü’l Makdîs’e vardı…

Beytü’l Makdîs’den de Rab’bîne yükseltîldî,
Hadîs-î Şerîflerde bu çok kez belîrtîldî…

îsra ve mîraç île mucîze bîldîrîldî,
îsra Süresîyle de Rab’bîmîz haber verdî…

(Rahman ve Rahîm olan ALLÂH(c. c.) ın adıyla:
Ayetlerîmîzden bîr kısmını ona göstermek îçîn kulunu bîr gece Mescîdî Haram’dan alıp, çevresînî mübarek kıldığımız Mescîdî Aksâya seyahat ettîren Allah, her türlü noksandan münezzehtîr. Şüphesîz kî o her şeyî hakkıyla îşîten, her şeyî hakkıyla görendîr. îsra Süresî :)

Hz. Muhammed(s. a. v.) ’în, en büyük mucîzesî,
Sema vatlara çıkıp orda gezdîrîlmesî…

Bütün peygamberlerle, görüştürülmesî,
Alametlerîn bîzzat ona gösterîlmesî…

Cennet ve cehennemî müşahede ettî,
Rab’den takvîye gördü, mucîze gerçekleştî…

Öncekî peygamberler, resulü karşıladı,
Katlarda her peygamber kendîsînî tanıdı…

Evrenîn sırları ve kaderî bîldîrîldî,
İlgîlenen meleklerîn çalışmaları gösterîldî…

Bîrîncî kat göklerde, resule merhaba der,
Âdem aleyhî selam, resule dua eder…

Yüce Rab’bîn emrîyle, ahîret gezdîrîldî,
İnsanların hâllerî, sonları gösterîldî…

Azap çekenlerî hep merak eder ve sorar,
Cumayı terk edenler dîye dîye sıralar…

Aç ve çıplaklar görür; bakar kî leş yîyenler,
Ağırlık taşıyanlar, etlerînî, yîyenler…

Dedîkodu yapanlar, haram yîyen kîmseler,
Gıybetler edenler, merhamet etmeyenler…

İşlenen günahları, azapla ödeyenler,
Emanete hıyanet edenler, neler, neler…

Gördüğü her kîmseyî, peygamber soruyordu,
Cebraîl aleyhî selam, cevaplandırıyordu…

İkîncî katta: İsa (a. s.) ve Yahya peygamberî,
Üçüncü kat göklerde, Yusuf peygamberî…

Dördüncü kat göklerde, nurdan kapılı bîr yer,
Saf gümüşten yapılmış, olağanüstü her yer…

Üstte nurdan bîr kîlît, lâ îlahe îllallah!
Kîlîdîn üzerînde, Muhammed(s. a. v.) ün resulullah…

Yîne dördüncü katta İdrîs aleyhî selam,
Beşîncî kat göklerde Harun aleyhî selam…

Altıncı kat göklerde Musa aleyhî selam,
Hepsînden dua alır, hepsînden alır selâm…

Yedîncî kat göklerde İbrahîm aleyhî selam,
Oradan da yükseklere, rahmanî bîr yerlere…

Ve anlaşılamayan, yükseklîklere vardı,
Kulaksız, vasıtasız, ortamsız yere vardı…

Göğün en üstlerîne Rab’bîn, arşına çıktı,
Muhammed(s. a. v.) ’e aîttî, akıl almayacaktı…

Mekân sız ve zamansız, sığamaz hâfızaya,
Cebraîl’în sustuğu, Sîdret-ül-Müntehaya…

Cebraîl (a. s.) der:.İşte bu, Sîdre-î Müntehâdır,
İlerî geçemem der kendîsîne yasaktır…

Habîb-î Kîbrîyânın karşısına varmıştı,
Sîdre-î Müntehâ’nın sahası açılmıştı…

Bîlînmez, anlaşılmaz, nîmetlere kavuşmuş,
Gözsüz ve de kulaksız, Rab’bî île konuşmuş…

Zât-ı Zül-Celâl’în, sohbetî ve cemâlîyle,
Müşahede olmuştu, başka bîr hâl île…

Ayrıca bu gecede, namaz bîze farz oldu,
Güde beş vakît île Hak’tan hedîye oldu…

Sîdre-î Müntehâ kî, âlemlerden de üste,
Namazın emrî île îndî tekrar Kudüs’e…

Kureyş haberî duydu, akıl kabul edemez,
Akıl kî yaratılmış, duysa îzah edemez…

Bîr kısım dînden çıktı, mantık kabul etmedî,
Sözü şüphesîz doğruydu, çoğunluk reddetmedî…

Mucîzenîn îzahı, mantıkla çözülemez,
Yoktan var edîlenî, akıl kabul edemez…

Burada kavram kalkar, akıl, şuur anlamaz,
Zaman, mekân kalkmıştır, teknîksîz kavranamaz…

Akıl devreden çıkar, İslâm vahîy dînîdîr,
Ne dedîyse doğru bîl, Muhammed(s. a. v.) el emîndîr…

Mantığı zorlananlar, Ebu Bekîr’e sordu,
“Tasdîk ederîm dedî onun her sözü doğru”…

Dedî:” Ötesînî de, akıl almasa bîle,
Her sözüne înanır, onaylarım, tasdîkle…”

Kureyşlîler gelîyor, sualler soruyordu,
Peygamber usanmıyor, aynen cevaplıyordu…

Beytü’l-Makdîs’î, oradan geçen, kervanlarını,
Güneşîn doğuşunu ve konuşmalarını…

Bîldîkçe dîyorlar îsabet ettîrîyor,
Görmüş gîbî bîlîyor, bunu da tutturuyor…

Kervanlarını bîle peygamber(s. a. v.) anlatıyor,
Falancanın kervanı, Revhâ’da îdî dîyor…

Deve kaybetmîşlerdî, arıyorlardı, dîyor,
Yüklerînde kî suyu kadehten îçtîm, dîyor…

Deve sıralarını, önünü, arkasını,
Falancanın yerînî, devenîn sayısını…

Ne kadar sual varsa; resul cevaplıyordu,
Şahîtler onaylıyor aynen doğru, dîyordu…

Bu dîğer alâmettîr, anlayamıyorlardı,
Bu apaçık büyüdür, deyîp, duruyorlardı…

Müşrîklerse ısrarla, İsabet ettîrîyor,
Yîne bîlmîştîr, dîyor, ama îman etmîyor…

Amaçları anlamak, îdrak edebîlmektîr,
İman etmek hîç değîl, îşî çözebîlmektîr…

Bu sorular kolaydı, dîğerlerî de vardı,
Mantıklar almıyordu, înanmak îmkânsızdı…

Fakat çelîşkî yoktu, apaçık bîr gerçektî,
Sözlerî samîmîydî, hem de bîr hakîkattî…

Rab’bînî bîlmeyenler, meleğî kabul etmez,
Resul tanımayana mîraç bahsedîlmez…

Nerden anlasınlar kî mîracın boyutunu,
Mîraç yolculuğunu, zamanın boyutunu…

Mîraç hadîsesîyle, mucîze gerçekleşmîş,
Mümînler îman etmîş, kâfîrler gülmüş geçmîş…

ALLÂH(c. c.) ’ın ödülüdür, ona mucîzesîdîr,
Göz açıp kapamada, mîraç gerçekleşmîştîr…

Senelerîn 11’î Medîne’den 6 zat,
Hazrec kabîlesînden, ona ettîler bîat…

Sonra bu 6 zat Medîne’ye dönüşte,
Kabîlesî îçînde de İslâm’ı yaydılar…

Ertesî sene 2 Evslî,10 da Hazreçlî,
Peygamber (s.a.v) le buluşup; oldular en şereflî…

Bunun üzerîne de, yaymak îçîn İslâm’ı,
Mus’ab bîn Umeyr’î Medîne’ye yolladı…

Mus’ab’ın faalîyetî, çok verîmlî olmuştu,
İslâm hem konuşulmuş, hem de duyulmuştu…

Medîne’den davetler, Müslümanlara gelmîş,
Yeme, îçme, barınma, her şey garantîlemîş…

Peygamber emîr verdî, büyük hîcret başladı,
Medîne, Mekkelîyî, sarılıp kucakladı…

Resul Mekke’de kaldı, vahîy sîz gîdemezdî,
Ebu Bekîr ve Alî Peygamberî beklerdî…

Malı, mülkü bırakıp Mekke’yî terk ettîler,
Habeşîstan’a doğru, sırayla göç ettîler…

Kureyşlî müşrîklerse, bîr plân düşündüler,
ALLÂH(c. c.) ’ın elçîsînî, öldürmek îstedîler…

Kan davası sürmesîn, dîye her kabîleden,
Bîrer kîşî seçîldî, azılı müşrîklerden…

Derken yüce ALLÂH(c. c.) ’tan, emîr geldî resule,
Plân haber verîldî, Hz. Muhammed(s. a. v.) ’e…

Resul hırkası île Alî’yî gîyîndîrdî,
“Şîmdî yatağımda yat benî sansınlar, dedî…

Müşrîkler anlamadı, resulü evde sandı,
Resul evde değîldî, müşrîkler oyalandı…

Peygamber müşrîklerîn, îçînden ayrılmıştı,
Yüz deve ödül vardı, resul saklanmıştı…

Ertesî gün Peygamber Ebu Bekîr’î buldu,
Ebu Bekîr’le evde, vakît geceyî buldu…

Ebu Bekîr resule, dedî ben de geleyîm,
Resul, Ebu Bekîr’e dedî, haydî gîdelîm…

Gecenîn ortasında Sevr Dağı’na vardılar,
Mağarada üç gün, üç gece konakladılar…

Örümcek yuva yaptı, güvercînse yumurtladı,
Müşrîkler mağaranın, îçîne bakamadı…

Bu ıssız mağarada, kapkaranlıktı her yan,
Resulle Ebu Bekîr, bîr de zehîrlî yılan…

Peygamber uzanınca, Bekîr’în kucağına,
Ebu Bekîr’de onu, korumak amacıyla…

Yılanın delîğînî, tıkadı ayağıyla,
Ebu Bekîr îrkîldî, dehşetlî bîr acıyla…

Kıpırdamamalıydı, peygamber uyuyordu,
Ayağı zehîrlendî, acıdan ağlıyordu…

Gözyaşları döküldü, peygamber ‘în yüzüne,
Resul uyandı, dedî ne bu yaşlar gözünde…

Dedî, bîr yılan soktu resul ona dokundu,
Hazret-î Ebu Bekîr resulden şîfa buldu…

3 gün geçtî aradan mağarada Rab’bîyle,
Ureykıd bîn Abdullah, geldî develerîyle…

Kararlaştırılmıştı, mağaraya gîrmeden,
Medîne ye yolculuk, develerle Mekke’den…

Çünkü bu son çareydî, sevînçlerî terk etmek,
Acılara katlanmak ve Mekke’den göç etmek…

ALLÂH(c. c.) ’ın emîrlerî, getîrîlemîyordu,
İslâm yaşanamıyor, anlatılamıyordu…

Peygamberîmîz baktı, uzun uzun seyrettî,
Mekke’yî gerîlerden, son çare göç etmektî…

Varakanın dedîğî, aynen gerçekleşmîştî,
Resul 53’ünde,Mekkeyî terk etmîştî…

Sevr Dağı’ndan uzakta, tam 8 gün geçmîştî,
Medîne ye yakın köy, Kuba’ ya gelînmîştî…

3 kîlometre kala Medînelî mümînler,
Hoş geldînîz dîyerek, îlahî söyledîler…

İnsanlar yarışıyor, bîzde kal dîyorlardı,
Peygamber’se mîsafîr, kırmak îstemîyordu…

Devesînden ayrıldı, o tercîh edecektî…
Ve devesînî saldı, bîrazdan çökecektî…

Kalpler încînmeyecek, tercîh edîlecektî,
Ebu Eyyûb Ensarî, mîsafîr edecektî…

Zevcesî Ümmî Eyyûb yemeğî hazırladı,
Resulullâh bu evde 7 ay konakladı…

Sonradan bu alana, camî yapılacaktı,
Mescîdî Nebevîyle İslâm yayılacaktı…

Artık Ensar, muhacîr, bîrbîrîyle kaynaşmış,
Dîn anlatılıyordu, dayanışma başlamış…

Peygamberle yayılıyor, İslâm’dan ayet ayet,
KUR’ÂN anlaşılıyor; yayılıyor hîdayet…

Cahîlîyete karşı, tevhîdî emrederdî,
İslâm yenî bîr dîndî, tüm însanlık îçîndî…

Kul hakkını savunur bâtılı reddederdî,
Yahudî, Hırîstîyan, savaşı îstemezdî…

Yerlî Yahudîlerle, antlaşma yapılmıştı,
Müslümanlarda amaç yalnızca barışmaktı…

Kendîsî de kefîldî, aynı anda da hakemdî,
Mümîn, kâfîr, Yahudî, gayrî Müslîm emîndî…

Tam bîr barış hâkîmdî, kâfîr azalıyordu,
İnsan aydınlanıyor; İslâm yayılıyordu…

Mekkelî müşrîkler; savaşmak îstîyordu,
Mümîn’ler zorda kalmış; resul sabredîyordu.

305 Müslümanla; hazretî peygamberî,
Bedîr’de karşıladı, Mekke’nîn müşrîklerî…

Müşrîklerse 1000 kîşî ve teçhîzatlarıyla,
Bedîr’e gelmîşlerdî, tüm îhtîşamlarıyla…

Resulün bîr amcası, Hamza kendî yanında,
Dîğer amcalarından; Abbas düşman saffında…

Peygamber dua ettî, bîr avuç Müslümanız,
Ne olur bîze yardım et, yoksa yok olacağız…

Duasını bîtîrdî, ordusuyla yüzleştî,
Ortalık kumluk yerdî, güvenîlîr değîldî…

Sahabenîn îçînden Hubab bîr fîkîr verdî,
Dedî vahîy değîlse, Resul de değîl dedî.

Madem vahîyden değîl, savaşa uygun olmaz,
Kuyuları tutarsak, müşrîkler kazanamaz…

Peygamber îzîn verdî, kuyular kapatıldı,
Ordu yerleştîrîldî, proje anlaşıldı…

Ömer elçîlîk ettî, savaş îstenmîyordu,
Müşrîklerse reddettî, savaşı îstîyordu…

Mümînler korkmuyordu, savaşa gerek yoktu,
Müşrîkler ısrar ettî, başka da çare yoktu…

14 şehît Müslüman,5 saat geçtî vakît,
Müşrîkler 70 ölü, kazanıldı bu akît…

Dualar kabul olmuş, medenîyet gülmüştü,
Savaşın sonucunda, Ebu Cehîl ölmüştü…

Müslümanlar sevînmîş kâfîrler kaybetmîştî,
Bîr hafta sonrasında Ebu Leheb gîtmîştî…

Yenî haberler geldî, Mekkelî müşrîklerden,
Savaş îstîyorlardı, daha bîr yıl geçmeden…

Yîne tam donanımlı, müşrîklerîn ordusu,
Mekke den 3000 kîşî, Medîne ‘nîn yolcusu…

Yalnızca 1000 kîşîydî, Müslümanlar toplandı,
Önce cuma kılındı, sonra yola çıkıldı…

300 kîşî vazgeçtî, ordudan ayrıldılar,
Zaten münafıktılar, cesur olamadılar…

Uhud denîlen yerde, ordular karşılaştı,
Müslüman, müşrîk île îyîce yakınlaştı…

Müşrîklerîn amacı şehrî yağmalamaktı,
Müslümanları yenmek hakkı karalamaktı…

Peygamber önlem almış, her plan verîlmîştî,
50 Okçuyu seçmîş ve de yerleştîrmîştî…

Cübeyîr bîn Abdullah, seslendî bu komutan,
Oklarınızla bîzî, koruyun, atlılardan…

Kazansak ve kaybetsek, sakın kımıldamayın,
Öldürülmüş te olsak; yardıma hîç gelmeyîn…

Çünkü çok önemlîydî, tepe, stratejîktî,
Emîr vardı resulden, terk edîlmeyecektî…

Bîrkaç saat îçînde, müşrîkler yenîlmîştî,
Tepe terk edîlînce, kazanç kaybedîlmîştî.

Zafer yer değîştîrmîş, müşrîklerîn lehînde,
70 Müslüman şehît, Hamza da îçlerînde…

Cesetler defnedîldî, kalanlar zor kurtuldu,
Her yol denenîyordu, müşrîkler durmuyordu…

Arap kabîlesînden gelen heyetîn bîrî,
Öğretmen îsteğîyle 6 kîşîyî îstedî…

Zeyd ve Hubeyb satıldı, dîğerlerî şehîttî,
Ebu Süfyan Hubeyb ve Zeyd’î îdam ettîrdî…

Suîkastlar başlamış, tuzaklar kurulmuştu.
70 adet Müslüman, yîne şehît olmuştu…

Hendek Savaşı îçîn, Mekkelî müşrîkler,
Müslümanlarla yîne, savaşmak îstedîler…

Ebu Süfyân ordunun; başkomutanlığında,
Mekkelî müşrîklerse, Süfyân’ın arkasında…

1500’ü develî, 300’ü îse atlı,
4000 kîşîlîk kuvvet, toplam 10 bîn yayalı…

Müslümanların îse 36 atlısı,
Müşrîklere karşılık 3000 de yayalısı…

Resul ashabı toplar; müzâkere planlar,
Selman-ı Fârîsî’nîn, planını onaylar…

Medîne’de üç taraf, evlerle kapalıydı,
Kuzey yönü açıktı, hendek îçîn kazıldı…

Mevsîm kış, hava soğuk, Medîne’de kıtlık var,
Kazacaktı hendeğî 10 kîşîlîk guruplar…

5,5 kîlometre, uzunlukta kazıldı,
İkî hafta îçînde, hendekler tamamlandı…

Hendeklerî görünce, müşrîkler, şaşırdılar,
Karargâhları kurup Medîne’yî kuşattılar…

Selman-ı Farîsînîn, Hendeklî planıyla,
Savunma kazanıldı, Mekkelînîn kaybıyla…

Son savunma savaşı, İslâm yayılıyordu,
Antlaşmalar başladı, mümînler artıyordu…

Umre ’ye gîtmek îçîn bîr Zî’l-ka’de ayında,
Sîlahsız ve gereçsîz; 1400 kîşî yanında…

628,senesînde, bîr gece.
Hudeybîye etrafı, tutuldu müşrîklerce…

Mekkelî kabîleler; müşrîklerîn safında,
Mekke’yî tutmuşlardı, Mekke’nîn etrafında…

Hz. peygambere, bîr yasak konulmuştu,
Mekke’ye gîrmelerîne, engel olunmuştu…

Elçîlîk amacıyla, Osman’ı gönderdîler,
Nîyetlerînî bîlmek, anlamak îstedîler…

Osman gerî dönmemîş resul endîşelendî,
Savaşacaklarına büyük yemîn edîldî…

Mekkelî müşrîklerse, Osman’ı gönderdîler,
Sulh yapmak üzere, bîr elçî île geldîler.

Bîr antlaşma yapıldı, savaş îstenîlmîyor,
10 yıllık bîr sürede, însan öldürülmüyor…

Kâbe’ye bu yıl değîl öbür yıl gelînecek,
Sîlahsız vazîyette gelînîp, gîdîlecek…

Bu esnada Mekkelî, şehrîn dışına çıkacak,
Medînelîler îse 3 günde ayrılacak…

Kureyş’e sığınanlar; teslîm edîlmeyecek,
Peygambere sığınan, gerî verîlmeyecek…

Hîmaye kalmak serbest, kabîlelerden bîle,
İster Müslümanlarla, îsterse müşrîklerle…

İkî yıllık barışla, Müslümanlar korundu,
Üstelîk Müşrîklerce, İslâm devletî duyuldu…

Müslümanlar sayıca; daha rahat çoğaldı,
Kabîlelerde bîle rahatça anlatıldı…

İslâm düşmanlarınca, Hayber güçlenîyordu,
Tehlîke arz edîyor; onun da fethî olundu…

1600 kîşîlîk; ordu île peygamber,
Kalelerî kuşattı fethedîlmîştî Hayber…

Elçî Harîs b. Umeyr Mute’ye gönderîldî,
Şurahbîl tanımadı, elçî şehît edîldî…

3000 kîşîlîk, ordu Mute’ye gönderîldî,
Düşman kuvvetlerîne, Bîzans’tan yardım geldî…

Düşman 100.000 kîşîlîk, Müslüman 3000 kîşî,
Sancak tutan Müslüman, art arda şehît düştü…

Halîd bîn Velîd, îse, orduyu toparladı,
Karşı kuvvetî gerî çekîlmeye zorladı…

Yalnızca bu taktîkle; kayıplar verîlmedî,
Medîne’ye dönüldü, savaş îptal edîldî…

630 yılı; Mekke’nîn fetîh yılı,
Kureyşlî antlaşmayı, bozmuştu tek taraflı…

10.000 kîşîlîk ordu Hz. Muhammetle (s. a. v.) ,
Savaş yapılmaksızın yan yana Mekkelîyle…

İntîkam alınmadı; herkesî affettîler,
Kâbe’yî temîzleyîp; putları yok ettîler…

Hazret-î Peygamber’în, eylemî onurluydu,
Bütün samîmîyetle; Mekkelîlere duyurdu…

(“ Sîze vaktîyle Yusuf’un kardeşlerîne dedîğînî dîyeceğîm:
Geçmîşte yaptıklarınızdan dolayı bugün alaya alınmayacak,
Cezalandırılmayacaksınız, haydî gîdînîz, hepînîz serbestsînîz! ”)

Resulullâh Mekke’ye Attab bîn Esîd’î,
Valî olarak tayîn ettî, Medîne’ye döndü…

Mekke fethedîlmîştî, düşman înanamadı,
Hevâzîn kabîlesî bu îşten telaşlandı…

Sakîf Kabîlesîyle, Hevâzîn kabîlesî,
20.000 kîşîlîk bîr ordu oluşturdular…

Peygamberse Mekke’de, bunları haber aldı,
12.000 kîşîlîk, bîr ordu hazırladı…

Düşman ordusu Huneyn Vadîsî geçîdînde,
Pususunu kurmuştur, hazırca beklemekte…

Ok yağmuruna tutar, şehît düşenler olur,
Müslümanlar çözülür, dağılır gîbî olur…

Sonra toparlanırlar, düşmanı kovalarlar,
Ganîmetlerî koyup, düşmanı kaçırırlar…

Hazret-î Peygamberse; orduyu takîp eder,
Taîf’e kadar gelînîr, 20 gün devam eder…

Taîflîler dîrenîr, Taîf kuşatılmıştır,
Hazret-î Peygamberse, kuşatmayı kaldırır…

Kuvvetlîyken affeder, onlara dua eder,
Müslümanlara döner, gerî çekîlelîm der…

Taîflîler îbret alıp, bîr heyet gönderîrler,
İslam’ı kabul ettîklerînî bîldîrîrler…

Yıl 631,Romalılar toplanmış,
Müslümanlara karşı, hazırlanıyorlarmış…

Resulullâh’ın hîç, boş vaktî olmamıştı,
30.000 kîşî île savaşa hazırlandı…

Tebuk’a yaklaştıkça ordu daha büyüdü,
20 gün beklenîldî ve gerîye dönüldü…

Roma’ya kafa tutmak, gîbî algılanmıştı,
Çevre kabîlelerîn, endîşesî artmıştı…

Bazı anlaşmalarla, endîşe bîtîyordu,
Arap Yarımadası, İslâm’a gîrîyordu…

Hîcretîn senesînde onuncu yıl dolmuştu,
Peygamberîmîzînse bu son haccı olmuştu…

125 Bîn kîşî Mekke’de hac ’da îdî,
KUR’ÂN tamamlanmış, bu veda haccı îdî…

Hazret-î Hatîce’sî Mekke’de gömülüydü,
On bînlerce însanla Mekke’de hüzünlüydü.

İslâm şehîtlerînî, Hamza’yı hatırlıyor,
100.000 kîşîyî aşan însan onu dînlîyor.

Hz.Muhammed (s. a. v.) ’în, îlk ve son haccı îdî,
Medîne dönüşünde; hutbesînî de verdî…

İnsanlığı sevk ettî, Hakk’a ve hakîkate,
Ümmetî hazırladı dünya ve ahîrete…

8 Hazîran 632’de altmış üç yaşında vefat ettî,
Kabrîne Ravza-yı Mutahhara adı verîldî…

Arap Yarımadası putlardan arınmıştı,
İslamîyet yayılmış, temeller atılmıştı…

Benzersîz yükselîşîyle daha da yayılacak,
Dünya’nın her yerîne, İslâm ulaşacaktı…

Samîmî mümînlerle bu coşkulu yükselîş,
ALLÂH(c. c.) ’ın îznî île hâkîmîyete gîdîş…

Nur tamamlanacaktı, İslâm hakîkatîyle,
İsa (a. s.) île Mehdî(a. s.) ’nîn, bîrlîkte gelîşîyle…

(1997)

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

mersin eskort -
deneme bonusu
- deneme bonusu veren siteler - Goley90 Giriş - youtube beğeni satın al - buy youtube likes - istanbul escorts - beşiktaş escort - beylikdüzü escort - postegro - deneme bonusu veren siteler - deneme bonusu veren siteler - istanbul escort - Baywin Giriş - bonusu veren siteler - sahabet güncel adres - onwin kayıt - Aviator oyna