Ebul Aliye Rufey İbn Mihran Hayatı

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

EBU’L-ALİYE RUFEY’ B. MİHRAN
“Orada, sahabeden sonra, Kur’an’ı Ebu’l-Aliye’den daha iyi bilen hiç kimse yoktu. Sonra onu Saîd İbn Cübeyr takip eder.”

-Ebu Bekr b. Davud-

Ebu’l-Aliye diye künyeli Rufey’ b. Mihran müslümanların büyük isimlerinden biridir.

O, büyük kurra ve muhaddislerdendir.

O, tabiîlerin; Allah’ın kitabını ve Resûlüllah’ın (s.a.v.) sünnetini en iyi bilenlerinden, Kur’an’ı anlama ve onun derinliklerine nüfuz etmede en güçlü, onun maksat ve sırlarını anlamada en derin kimselerdendi.

Gelin onun hayatını başından alalım.

Onun hayatı şahane davranış ve tablolarla, değerli öğüt ve ibretlerle doludur.

Rufey’ b. Mihran İran’da doğdu ve orada büyüyüp yetişti. Müs-lümanlar İranlIları karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için İran’la savaşa başladığında bu Rufey’ müslümanların, merhametli, hayırlı ve yapıcı ellerine düşen genç kölelerden biriydi.

Çok geçmedi o ve beraberindekiler İslâm’ın yüceliğini öğrenip İslâm’la, kendilerinin putlara tapıcılığını mukayese ettiler.

Grup grup Allah’ın dinine girdiler sonra Allah’ın Kitabı’na sarıldılar ve Resûlüllah’ın (s.a.v.) hadislerinden doya doya almaya başladılar… Rufey’ önceki ve sonraki halini şöyle anlatır:

“Ben ve milletimden bazıları mücahidlerin ellerine esir düştük. Kısa süre sonra Basra’daki müslümanlardan bazılarının köleleri olduk.

Uzun bir zaman geçmeden biz Allah’a iman ettik ve Allah’ın kitabını ezberlemeye sarıldık…

Bazılarımız sahiplerimize vergi veriyor, bazılarımız da onların hizmetinde bulunuyordu…

Ben sahibine hizmet edenlerden birisiydim.

Biz her gece bir defa Kur’an-ı Kerîm’i hatmediyorduk. Bu bize zor geliyordu.

Kur’an’ı iki günde bir defa hatmetmeye başladık. O da bize zor geldi.

Üç günde bir hatmetmeye başladık, ama gündüz çalıştığımız, gece uykusuz kaldığımız için bu da bize zor geldi.

Resûlüllah’ın (s.a.v.) sahabîlerinden bazılarıyla görüştük ve onlara Allah’ın Kitabı’nı okumak için uykusuz kaldığımızdan şikayet ettik.

Onlar: “Kur’an’ı her Cuma bir defa hatmedin” dediler. Biz de tavsiye ettiklerini tuttuk ve Kur’an’ı gecenin bir kısmında okumaya ve geri kalan kısmında da uyumaya başladık. Ondan sonra bize Kur’an okumak zor gelmemişti.

Rufey’ b. Mihran Beni Temim’li bir kadına teslim edilmişti.

Bu kadın, akıllı, ağırbaşlı ve vakur bir hanımefendiydi, çok müttakî ve imanlıydı…

Rufey’ günün yarısında ona hizmet eder, diğer yarısında da istirahat ederdi.

Boş zamanlarında da okuma ve yazmasını ilerletir, bu süre i-çinde, sahibesine karşı vazifelerini ihmâl etmeksizin bazı din ilimlerini öğrenirdi.

Cuma günlerinden birinde Rufey’ güzelce abdest aldı.

Sonra hanımefendisinden Cuma’ya gitmek için izin istedi.

Hanımefendi: “Rufey’! Nereye?” dedi.

Rufey’: “Mescide gitmek istiyorum” dedi.

Hanımefendi: “Hangi mescide gitmek istiyorsun?” dedi. Rufey’: “Cuma namazı kılınan mescide (yani camiye)’’ dedi.

Hanımefendi: “Haydi birlikte gidelim” dedi.

Birlikte yola çıktılar. İçeri girenlerle birlikte camiye girdiler. Rufey’ onun maksadının ne olduğunu bilmiyordu.

Cami dolup imam minbere çıkar çıkmaz hanımefendi Rufey’in elinden tuttu ve şöyle dedi:

“Ey müslümanlar! Şahid olun, Allah rızası için bu kölemi azat ettim…

Hiç kimse için, ona iyilik yapmaktan başka kurtuluş yolu yoktur.”

Daha sonra ona baktı ve:

“Allah’ım! Ben, mal ve oğulların fayda vermeyeceği gün için, onu senin yanında saklıyorum…”

Namaz kılınınca Rufey’ kendi yoluna, öbürü de kendi yoluna gitti.

Rufey’ b. Mihran o günden itibaren Medine-i Münevvere’ye gidip gelmeye başladı.

Ona, Ebu Bekir’le (r.a.) görüşmek nasip oldu. Bu, onun vefatından az önce olmuştu.

Yine müminlerin emîri Ömer b. el-Hattab’la biraraya gelme saadetine erdi. Ona Kur’an okudu ve arkasında namaz kıldı.

Ebu’l-Aliye künyeli Rufey’ Allah’ın Kitabı’na sarıldığı gibi, Resülüllah’ın (s.a.v.) hadislerine de sarıldı.

Basra’da karşılaştığı tabiîlerden hadisleri dinlemeye başladı.

Ancak çok geçmedi, gönlü bundan daha sağlam olanını arzu etti.

Kendisiyle peygamber (s.a.v.) arasında sahabîden başka birisinin olmaması ve bizzat Resûlüllah’ın (s.a.v.) sahabîlerinin ağızlarından işitmek için zaman zaman Medine’ye gitmeye başladı.

Abdullah b. Mesud, Übeyy b. Ka’b, Ebu Eyyub el-Ensarî, Ebu Hureyre, Abdullah b. Abbas ve başka sahabîlerden hadis aldı…

Ebu’l-Aliye sadece Medine-i Münevvere’deki hadis ravileriyle yetinmeyip her yerde Resülüllah’ın (s.a.v.) hadislerini arıyordu.

Ona, kendisinde ilim bulunan birisi tarif edildiğinde, ne kadar uzakta olursa olsun o şahsın yanma giderdi. Oraya ulaşınca hemen onun arkasında namaz kılar, eğer onun namazı mükemmel bir şekilde kılmadığını, hakkını tam vermediğini görürse, şöyle diyerek ondan yüz çevirirdi:

“Namazında gevşeklik gösteren başka işlerinde daha gevşektir…”

Daha sonra asasını alır, geldiği yerden geri dönerdi…

Ebu’l-Aliye ilimde akranlarının hepsini geride bırakan yüksek bir dereceye ulaşmıştı.

Arkadaşlarından biri bundan dolayı şöyle demişti:

“Ebu’l-Aliye abdest alıyordu. Yüzünden ve ellerinden sular damlıyor, uzuvlarının her birinde temizlik parlıyordu.

Onu selâmlayıp şöyle dedim: “Şüphesiz Allah tövbe edenleri ve temiz olanları sever.”

O da şöyle cevap verdi:

“Kardeşim!

Temiz olanlar su ile kirden temizlenenler değildir.

Onlar ancak takva ile günahlardan temizlenen kimselerdir.”

Söylediklerini düşündüm ve onun doğru söylediğini, benim hata ettiğimi anladım ve şöyle dedim: “Allah seni iyilikte daim kılsın, Allah ilmini ve anlayışını artırsın.”

Ebu’l-Aliye insanları daima ilim talep etmeye teşvik eder ve onlara, ilme ulaşmanın yollarını gösterir ve şöyle derdi:

“ilim almak için nefislerinizi alçaltınız, onun hakkında çok sorunuz.

Biliniz ki ilim, utanana veya büyüklenene kanatlarını indirmez.

Çünkü utangaç hayasından (utanmasından) dolayı sormaz…

Büyüklenen ise büyüklendiğinden dolayı sormaz…

O talebelerini Kur’an öğrenmeye, ona dikkat etmeye, içindeki şeylere sarılmaya ve dedikoducuların uydurduklarından yüz çevirmeye teşvik ederdi…”

O şöyle derdi: “Kur’an’ı öğreniniz…

Onu öğrendiğinizde ondan vazgeçmeyiniz.

Sırat-ı müstakim’e (doğru yola) sarılınız ki o, Islâm’dır.

Boş şeylerden sakınınız, çünkü onlar aranıza düşmanlık ve kini sokar. Resûlüllah’ın (s.a.v.) ashabının dağılmadan önce üzerinde oldukları şeyden ayrılmayınız…”

Bunu el-Hasenu’l-Basri’ye naklettiklerinde o, şöyle demiştir:

“Vallahi Ebu’l-Aliye size doğruyu tavsiye etmiştir.”

Yine, ilim taliplerine Kur’an’ı ezberlemek için en ideal metodu şöyle diyerek gösterirdi:

“Kur’an’ı beşer âyet, beşer âyet ezberleyiniz, çünkü böyle yaparsanız kafanıza daha kolay girer ve daha iyi anlarsınız.

Cebrail (a.s.) onu, Peygamber’e (s.a.v.) beş âyet, beş âyet indiriyordu.”

Ebu’l-Aliye sadece bir öğretici değil, aynı zamanda o bir yön verici idi.

Çünkü o talebelerinin zihinlerini faydalı ilimlerle doldurur, kalplerini güzel öğütle beslerdi…

Çoğu zaman iki şeyi biraraya getirirdi.

Onlara söylediği şu sözler bunlardandır: “Şüphesiz Allah şunlara hükmetmiştir.”

“O, kendisine iman eden kimseyi doğruya yöneltir.”

Bunun delili, Azîz ve Celîl olan Allah’ın şu sözüdür: “Allah’a kim inanırsa onun gönlünü doğruya yöneltir.”1

Kendisine güvenen kimseye o yeter…

Bunun delili Allah Teâlâ’nın şu sözüdür: “Allah’a güvenen kimseye o yeter.”2

Onun rızası için borç veren kimseye mükâfat verir…

Bunun delili Allah’ın şu sözüdür: “Allah’a kat kat karşılığını arttıracağı güzel bir ödünç takdiminde kim bulunur?”3

Ona dua eden kimseye cevap verir…

Bunun delili de şu âyettir: “Kullarım sana beni sorarlarsa, bilsinler ki ben, şüphesiz onlara yakınım, benden isteyenin, dua ettiğinde duasını kabul ederim.”4

O öğrencilerine şöyle derdi:
1 Teğabun, 11.
2 Talak, 3.
3 Bakara, 245.
4 Bakara, 186.
“İtaatli olmaya çalışın, Itaatlarından dolayı itaatkârlara koşun. Günah işlemekten sakının. Günah işlediklerinden dolayı isyankârlara düşmanlık edin… Sonra isyankârların işini Allah’a havale edin. Çünkü o dilerse onlara azab eder. Dilerse onlara mağfiret eder.

Ben Allah için seviyorum ve Allah için sevmiyorum.

Allah rızası için böylesini tercih ediyorum. Allah’tan korktuğum için böylesinden yüz çeviriyorum… diyerek kendi halini arzeden birisini duyduğumuz zaman onun bu sözlerine aldırmayın.”

Ebu’l-Aliye yalnız ilmiyle amel eden bir alim, yol gösterici bir vâ-iz değil, aynı zamanda bir mücahiddi de.

Zamanının bir kısmını mücahitlerle birlikte savaş meydanlarında veya nöbetçilerle birlikte düşman karargâhlarının karşısında bir nöbetçi olarak geçirirdi…

Savaşlarda doğu ve batıya gitmeyi tercih etmiştir. Maveraünnehir’de İran ordularıyla savaştığı gibi Suriye’de Bizanslı-lar’la savaşmıştır…

Bu diyarda ezanı yüksek sesle okuyanların ilki olmuştur.

Hz. Ali’yle Hz. Muaviye arasında savaş başladığında Ebu’l-Aliye’nin orada bir davranışı oldu. Bunu bize kendisi anlatmaktadır:

“Ali’yle Muaviye arasında geçenler başladığında ben canlılık ve gayretle doluydum.

Savaş bana, sıcağı kavurucu gündeki soğuk sudan daha hoş geliyordu.

Savaş için hazırlanıp onlara geldim.

Bir de ne göreyim, ucu bucağı bulunmaz iki safın karşısındayım…

Onlar tekbir getirince bunlar da tekbir getiriyorlar…

Onlar lâ ilâhe illallah deyince bunlar da lâ ilâhe illallah diyorlar…

Kendime gelip şöyle dedim:

“İki taraftan hangisini kâfir sayıp ona saldırayım?

Hangisini mümin sayıp onunla birlikte cihad edeyim?

Daha sonra onları bırakıp oradan ayrıldım.”

Ebu’l-Aliye hayatı boyunca devamlı üzülmüştür. Çünkü ona, Resûlüllah’la (s.a.v.) görüşmek nasip olmamıştı… Allah’ın Resûlü Muhammed’le (s.a.v.) sıkı münasebetleri bulunan büyük sahabîlere yakın olmak suretiyle bunu telâfi etmeye çalışırdı. Onları kendine tercih eder ve çok severdi. Onlar da onu severler ve tercih ederlerdi.

Bunlardan birisi şöyledir: “Bir defasında Abdullah b. Abbas’ın yanına gelmişti. O sırada Abdullah b. Abbas Ali b. Ebî Talib tarafından Basra valiliğine tayin edilmişti.

Abdullah onu çok iyi karşıladı, onu sağ tarafına minderinin üzerine oturttu.

Orada, Kureyş büyüklerinden bazıları da vardı. Onlar Ebu’l-Aliye’nin aleyhinde fısıltıyla konuşmaya başladılar.

Birisi şöyle dedi:

“Gördünüz mü? İbn Abbas şu köleyi nasıl minderinin üzerine oturttu?!”

İbn Abbas, onların Ebu’l-Aliye’nin aleyhinde konuştuklarını anladı, onlara dönüp:

Şüphesiz ilim şeref sahibinin şerefini artırır, ona sahip olanların insanlar arasındaki derecesini yükseltir ve köleleri minderlerin üzerine oturtur” dedi.

Ebu’l-Aliye, Resûlüllah’ın (s.a.v) hizmetkârı Enes b. Malik’i çok severdi.

Bununla ilgili hadiselerden birisi şöyledir:

“Enes, elindeki bir elmayı ona vermiştir. Ebu’l-Aliye elmayı ondan aldıktan sonra öpmeye başladı. Bir taraftan da şöyle diyordu:

“Allah’ın Resûlü’nün eline dokunan bir elin dokunduğu elma….

Allah’ın Resûlü’nün eline dokunmak nasip olan bir elin dokunduğu elma…”

Senelerden birinde Ebu’l-Aliye Allah yolunda cihada karar verdi. Cihad için bütün hazırlığını yapıp mücahitlerle birlikte gitmek için beklemeye başladı.

Sabah olunca ayaklarından birine şiddetli bir ağrı girdi.

Ağrı gittikçe artıyordu.

Doktor onu muayene ettikten sonra, ayağın “kangren olmuş”

dedi. “Kangren ne demek? Diye doktora sordu.

Doktor: “Yerleştiği uzvu yiyip bitiren sonra bütün vücuda yayı-lıncaya kadar üstündeki uzva geçen bir hastalıktır” dedi.

Doktor hemen bacağını kesmek için ondan izin istedi.

O da istemeye istemeye ona izin verdi.

Doktor eti yarmak için neşteri, kemiği kesmek için testereyi getirdi.

Sonra ona: “Etin yarılırken ve kemiğin kesilirken acı duymaman için bir yudum uyuşturucu içirmemizi ister misin?” dedi.

O: “Hayır bundan daha iyisi var” diye cevap verdi.

Doktor: “Peki nedir o?” dedi.

Ebu’l-Aliye: “Allah’ın Kitabı’nı iyi okuyan birini benim için getirin ve ona, benim için Kur’an ayetlerinden biraz okutun.

Eğer beni, yüzüm kızarmış, göz bebeklerim büyümüş ve gözüm semaya dikilmiş bir halde görürseniz… bana dilediğinizi yapın…”

Onun söylediğini yapıp kemiğini kestiler….

Ayılınca doktor ona şöyle dedi: “Sanki sen etinin yarılmasından ve kemiğinin kesilmesinden dolayı hiç acı duymamış gibiydin…”

O da şu cevabı verdi: “Allah sevgisinin hoş olması, Allah’ın Kitab’ından duyduklarının tatlılığı testerenin sıcaklığını bana duyurmadı.”

Daha sonra ayağını eline aldı ve ona bakıp şöyle dedi:

“Kıyamet gününde Rabbimle karşılaştığımda ve o bana: “Kırk yıldan beri seni bir harama yürüttüm mü veya seni mübah olmayana dokundurdum mu diye sorduğunda; ben hayır diyeceğim ve inşallah söylediklerimde doğru olacağım.”

Ebu’l-Aliye’nin takvası öbür günü beklemesi ve Rabbine kavuşmaya hazırlanması, onu; kendisi için bir kefen hazırlayacak, her ay bir defa kefenini giyecek sonra tekrar yerine koyacak dereceye getirmişti.

Sağlam ve aklı başında olduğu halde on yedi defa vasiyette bulunmuştu…

Her vasiyeti için bir süre veriyor, süresi dolunca onu inceliyor;

Onu ya düzeltiyor… Ya değiştiriyor…

Ya da aynen kabul ediyordu…

Hicretin 93. yılının şevval ayında Ebu’l-Aliye günahsız ve gönlü temiz olarak Rab’binin rahmetine güvenerek ve peygamberiyle görüşmek için özlem duyarak Rab’bine kavuştu.1

Ebu’l-Aliye künyeli Rufey b. Mihran hakkında geniş bilgi için aşağıdaki eserlere bakınız:

1. Ez-Zehebî, Siyeru a’lâmi’n-nubela, IV/207 ve devamı,
2. Ibn Sa’d, et-Tabakatu’l-Kubra, VII/112.
3. Ebu Nuaym el-lsbehani, Hılyetu’l-evliya, 11/217-224.
4. Ibn Hacer, Tehzîbu’t-tehzîb, III/284.
5. Ibn Kuteybe, el-Maarif, 454.
6. El-lsabe fî temyizi’s-sahabe, 1/27,40.
7. Tehzîbu Ibn Asakir.7. Tehzîbu Ibn Asakir.
8. Ez-Zehebî, Tezkiratu’l-huffaz, I/58.

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

mersin eskort -
deneme bonusu
- deneme bonusu veren siteler - Goley90 Giriş - youtube beğeni satın al - buy youtube likes - istanbul escorts - beşiktaş escort - beylikdüzü escort - postegro - deneme bonusu veren siteler - deneme bonusu veren siteler - istanbul escort - Baywin Giriş - bonusu veren siteler - sahabet güncel adres - onwin kayıt - Aviator oyna - izle porno