Hacı Karısı Olmak İstiyorum

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

HACİ KARISI OLMAK İSTİYORUM
Bursa”da bir geceydi… Garip bir adanı, başını iki eli araşma almış, içli içli ağlıyor, gözyaşlarını toprakların gözüne sürme ediyordu. Binek taşının üzerine oturmuş kalakalmıştı… Hava ayaz mı ayazdı, neredeyse minarelerden sabah ezanları çağlayacaktı…

Dertli adam, derdinin denizine dalıp gitmişti ki, birden dizi dibinde bir kimsenin belirdiğini gördü… Gelen çok sessiz gelmişti. Onun gelişiyle de dertli adamın içindeki dert sevince garkolmuştu… Başını kaldırıp gelen adamın yüzüne baktı, gözyaşlanndan ıslanan sakalını sildi… öbürü sordu:

—    Niçin ağlamadasın?

Gecenin ayazım yemiş garip adam garip garip cevap verdi:
Karım evden kovdu? Kimsin sen?

Ben mi?

Evet, sen kimsin?

—    Eskici baba!. Şu köşedeki küçük dükkândaki eskici. Beni hiç görmedin mi?

—    Gördüm… Ben kimim, biliyor musun?

—    Seni kim bilmez? Şeyh Üftade”yi bilmem mi?

—    O halde evden niçin kovulduğunu söyle…

—    Uzun hikâye, ey âlem şeyhi!… Hacca gidemediğim için kovuldum. Zevcem tutturdu hacı kansı olacağım diye… Yıllardır başımın etini yer, ama ben fukara bir eskiciyim, iki kuruşu bir araya getirmem mümkün değil ki!…

Şeyh Üftade Hazretleri tatlı tatlı gülümsedi:

—    Ey eskici, şimdi Hacca gitmek diler misin?

Eskicinin dudakları acı ile büzüldü:

—    Ah, dedi, neye yarar? Yarın hacılar Arafat”ta olacaklar, onlara nasü yetişilir?…

—    İstersen sen de yann hacılarla Arafat”ta olabilirsin!…

—    Benimle lâtife etme, şeyh efendi!…

—    Hayır, şaka değil… Kapa gözlerini… Haydi, Allah selâmet versin!…

Eskici baba, Üftade Hazretlerinin bir kerâmetiyle ve Tayyi mekân etmek suretiyle kendisini Kâbe”de buluver-mişti…

Asıl işler bundan sonra karışıyordu… Eskicinin karısı, Bursa”nın en ünlü kadısı Aziz Mahmud Hüdaınin hu-zurundaydı…

Bir makina gibi konuşuyor, konuşuyordu… Belki bir saat konuştu:

—    Ey Kadı efendi, diyordu, artık bu adamla otur-n^un!… Kurban Bayramından iki gün evvel Bursa”da olduğunu herkes biliyor. Halbuki Hacca gittiğini, Arafat’a çıktığını, şeytan taşladığını söylüyor… Zemzemler, sürmeler, kınalar getirmiş… Beni aldatmak istiyor? Nasıl gidermiş, nasıl gelirmiş? Bir alay da yalancı şahidi var. Hepsi: Eskici baba orada bizimle beraberdi diye yemin üstüne yemin ediyorlar…

Bu, akıllan oynatıcı hâl kadının da tuhafına gitmişti. Şahitleri tek tek dinledi; hepsi de onu Kâbe”de gördüklerini söylüyorlardı…

Bursa”nın ünlü kadısı, şahitlerin sözüne göre, eskici babayı Hac farizasını ifâ etmiş kabul ederek kadının boşanma isteğini geri çevirdi…

Mahkeme bitmişti ama kadı efendinin beynini yiyen bir kurt vardı…

Nasıl olmuştu bu iş?

Bunca okuduğu kitaplar buna cevap veremiyordu… Artık rahatı huzuru da tamâmiyle elden gitmişti… Zaten son zamanlarda her işde ona iki cephe görünüyordu*, bir akıl erdirebildiği, bir de akıl erdiremediği cihet…

Bir gün bir ışık ipliği yakalamak ümidiyle eskici babanın dükkânına kadar gitti, onu orada buldu ve dedi *.

—    Bana bak eskici!… Fetvayı aldın. Şahitlerin seni kurtardı. Şimdi söyle bakalım bu işin iç yüzü nedir? Yoksa elimden kurtulamazsın…

Eskici, Bursa”nın ünlü kadısına saf nazarlarla baktı:

—    Kadı efendi, dedi, hangi iş o? Benim gibi garibin ne işi olur ki?

Kadı gök gibi gürledi:

—    înkân bırak!… Şu hac meselesinin iç yüzünü anlat!…

Eskici yine saflık kapısını araladı, kem küm etti, yalanı dolanı da beceremediğinden bocalayıp kaldı… Kadı efendi, başucunda bir arslan heybetiyle duruyordu:

—    Doğru söyle eskici, o işin aslı nedir?

Eskici baba rüyada gezinir gibi ılık gözlerini boşluga dikti ve başına gelenleri tek tek çınlattı… Henüz sözü-nü bitirememişti ki, ağzından Üftade Hazretlerinin ismi V döküldü. Kadı efendi, Şeyh Üftade”nin adını duyunca yerinden bir ok misâli fırladı…

Eskici baba da hayretle baka kalmıştı…

Kadı efendi kanatlı kuşlar gibi uçarak, nereye gidiyordu? Kadı efendinin kalbine sanki yıldızlardan bir kanat takılmıştı. Aradığını işte bulmuştu…

Gönlüne târifi imkânsız bir ışık doldu… Kitaplarda bulamadığı cevabı onda bulacaktı…

Bursa”nın ünlü kadısı Şeyh Efendinin kapışma vardı ve kapının halkasını tutup çaldı:

—    Tak, tak, takk!…

Kapı derhal açıldı ve Kadı Efendi Şeyhin huzuruna girdi… Şeyh Üftade Hazretleri onu bir köşeye oturtup sordu:

—    Kadı Efendinin haceti nedir?

Aziz Mahmud Hüdaİ, anlattı, anlattı… Şeyh Hazretleri de onu nazlı nazlı dinledi. Sonra boynunu büküp:

—    Ey kadı efendi, dedi, yazık, yanlış kapı çaldın. Burası yokluk kapısıdır. Biz yokluk kapısının kuluyuz. Şen ise varlık kapısının adamısın… Senin ilmin var, bilgin var, şanın, şöhretin, malın, mülkün var. Bizim ise Allah”tan başka hiçbir şeyimiz yok…

Bursa”nın meşhur kadısının gözleri şimdi iplik iplik yaşlarla dolu idi… Dilinden ılık bir kelime inci taneleri gibi dökülüyordu:

—    Her şeyimi, şanımı, şöhretimi, malımı, mülkümü bu kapının önünde bırakıyorum. Yeter ki sen himmetini benden eksik etme!…

Üftade Hazretlerinin himmet kuşu Aziz Mahmud Hüdafnin hayat bahçesinde kanat çırpıvermişti… Ve ar-f|j Bursa”mn meşhur kadısı Üftade”nin kapısının kulu ol-touştu… O kapıdan Hak kapısına erecek yolu bulmuş, azbir zaman sonra tasavvuf deryalarından inciler elde et* mişti…

Aziz Mahmud Hüdaî, muridlik yollarım katedip mürşitlik mertebesine erinceye kadar Üftade Hazretlerinin etrafında bir pervâne gibi dönüp durdu…

Bir kış gecesiydi… Yüce Şeyh Hazret-i Üftade yârâ-myla oturmuş, sohbet ediyordu. Birden ışıklar dolu gözlerini müridinin gözlerine dikip:

—    Azizim, dedi, canımız taze üzüm ister, bulman mümkün mü?

Aziz Mahmud Hüdai derhal kalktı, sepeti aldığı gibi bağın yolunu tuttu ve çok geçmeden karların altında kendisini bekleyen salkım salkım üzümleri buldu…

Hiçbir ân, hiçbir nefes şeyhinden şüphe etmemişti ki eli boş dönsün… Ne var ki, karanlıkta yolunu iyice kes-tiremiyordu:

—    Aman vaktinde yetişeyim!…

Diye koşarken ayağı sürçtü ve Eski Bursa kadısı bir kar kuyusuna düşüverdi… Çıkmak imkânsız…

Bir çâre aramak için çırpınırken ansızın bir el uzandı

ve:

—    Ey aziz, dedi, uzat elini, seni buradan çıkarayım!…

Ama yazık ki bu el Üftade”nin eli değildi, bu ses Şeyhin sesi de değildi…

Hüdai, karanlıkta kendisini iyice tanıdı. Üzüm sepetini koluna geçirmişti, öbür eliyle de niyaz ediyordu: Zahmet etme, bir kere Üftade”ye uzatılan el, ondan sonra artık Hızır”a bile uzatılamaz!… demedeydi…

Bu büyük bağlılık ve aşkla mürşidinin huzuruna vardığında Üftade Hazretleri de, ona

—    Azizim, diye hitap etti, artık Bursa ikimizin ağırlığım birden çekemeyecek… Sana İstanbul yollan görünüyor, seni orada bekleyenler var. Artık onları fazla bekletme)…

Aziz Mahmud Hudal Hazretleri bir şeyhin eteğine tutundu da Padişahlara mürşid oldu…

£y dost!… Tek başına bu kâinat denizinde helâk olursun… Kaptanı Nuh olan bir gemiye bin de selâmet cû-disine ayak at!…

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir