İffet Perdemi Yırtmam

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

İFFET PERDEMİ YIRTMAM
Vaktiyle pek güzel bir kadın vardı… Güzelliği âleme ışıklar saçmıştı, her tarafta şöhret kazanmıştı…

Sedef, sanki onun gülümseyen dudaklarıydı da dişleri de sedefin içindeki inciler…

Sözle inciler saçan edipler, ona «Merhume» adını vermişlerdi… Öyle bir kadındı ki dönüp duran felek, onu ars-lan gibi erlerden sayardı/ Namus ve iffet timsâli bir hatundu…

Bu şöhretli kadının efendisi haccetmek üzere sefere çıkacaktı. Bir küçük kardeşi vardı… Âdeta adamlıktan dışarı bir herifti… Ona;

—    Ey kardeşim, dedi, yengen sana emanet, ona göz kulak ol, ben dönünceye kadar onun ihtiyaçlarım gör… Sakın ona bir fenalık erişmesin…

Kardeşi büyüğünün bu emirlerine canla başla uydu. Adam da yurdundan ayrılıp Kâbe istikametinde yollara düştü…

O iyi yürekli adam Kâbe yollarında gidedursun, arkada acâip işler olmaya başladı…

Kardeş diye zevcesini emanet ettiği kişi azılı bir kurt hâlini aldı. Kadının güzelliği onda ne akü bırakmıştı, ne hayâ… Kadından murâd almak istiyor, ağiayıp sızlıyordu… O iffetli kadın da hiçbir ân namusundan fedakârlık etmiyordu. Diyordu ki:

—    Allah”tan korkmaz mısın? Kardeşine böyle mi hürmet edersin sen? Dinin, diyanetin böyle midir senin? Yürü, tevbe et, Allaha dön, bu kötü düşünceden vazgeç… Şeytana uyma, sonra helâk olursun!…

Adamın beynini şeytanlar dişliyordu. Akıl ipi de kopmuştu, iffet dalı da gitmişti… Yılan gibi dilini çıkarıp dedi ki:

—    Bu sözlerin faydası yok, beni herhalde hoşnud etmelisin. Yoksa sana öyle bir kötülük ederim ki, halk içinde rezil, rüsvay olursun. Başına, seni mahvedecek bir iş açanm…

Namus ve iffet timsâli kadm başmı bir arslan gibi dik tutup:

—    Ey kötü adam, dedi, beni mahvedeceğinden hiç korkum yok. Bu cihanda helâk olmam, o cihanda helâk olmamdan benim için daha evlâdır… Adım Hak indinde kötüler arasında olmaktansa burada helâk olur, iyilikle anılırım.

O kurt tabiatlı ve maymun inatlı adam, kadın bu hâli kardeşime anlatır diye korktu. Ve şeytanca işler düşündü… Kendisinden böyle bir şeyi defetmek için derhal para ile dört adam tuttu. O nursuz ve vicdansız herifler de kadı huzurunda; bu kadın kötülükte bulundu, zina etti diye şahitlik ettiler…

Kadı, dört nursuz herifin sözüne göre hüküm verdi. Masum kadının taşlanarak öldürülmesini emretti…

Güzelliği dillerde destan olan kadını sahraya çıkanp dört yol ağzında bir yere koydular… Halk, dört yandan taşlamaya koyuldu…

Kadının başına yağmur gibi taşlar yağıyordu. Artık ölmüştür diye oracıkta bıraktılar…

Bîçâre kadın, ovada topraklar içinde kanlara batmış bir halde kaldı. Ne canından haberi vardı, ne de bir tatlı nefes alabiliyordu… Sanki bütün felâketler onu bulmuştu…

Gece geçip sabah çağı geldiğinde birazcık bedenine can geldi. Ağlayıp inleyerek saçlarını tutam tutam yoldu… Nergis gibi gözlerinden erguvana benzer yüzüne lâle misâli kanlı gözyaşları dökmedeydi… Böyle bir derde kim ağlamaz ki… Âlemde ağlanacak dert işte bu idi…

Kadının feryadı taşların kalbini bile sızlatıyordu. Zari zâri ağlayarak toprakların çatlak dudağına gözyaşı incileri akıtıyordu… Sabah çağı, bir çöl arabı, devesine binmiş, bir yerden gelmedeydi… Birden sahranın derinliklerinden gelen bir ses duydu…

Dikkat kesilip dinledi…

Canlar yakan bir inilti az ötelerden geliyordu… Derhal devesinden inip sesin geldiği tarafa koştu…

O da ne?

Kanlar içinde candan el yumuş bir kadın…

Âdeta canı dudağına gelmiş, topraklara gark olmuş, insanlıktan çıkmış bir haldeydi…

Ona sokulup sordu:

—    Sen kimsin ki âdeta bir ölüsün, fakat yaşıyorsun! Bu ne hâl?

Kadının kanlı vücudundan usul usul bir ses yükseldi:

—    Ben, dedi, dermansızım, feleğin attığı okla yaralanmış, bedbaht olmuşum!… Allah kimseye benim derdimi vermesin…

Arap kadının bu hâline acıdı :

—    Vah, dedi, kötülüğe kurban gitmişsin…

Hemencecik onu devesine bindirdi, evine götürdü.

Gece gündüz onunla uğraştı, yaralarını sardı, güzel bir tedaviye tabi tuttu… Nihayet o gönül aydınlatan güzel iyileşti…

Yeni baştan güzelliği artmaya, kara kara gözleri ışıklar saçmaya başladı…

Nar çiçeğine benzeyen yüzü yine tazeleşti… Gümüş tellerine benzeyen s açlan yine halkalandı…

Bu güzellik Arab”ın da aklını oynatmaya yetti… Arap, ömründe böyle bir selvi görmemişti… Bu, sanki yer yüzünün hûrisi idi…

Kadının aşkıyle kendinden geçti. Derdinden bedenindeki gömlek kefen kesildi…

O eşi bulunmaz güzelin eline ayağına düşüp dedi ki:

—    Ey işve fidanı! Gel, benim hel&lim ol. Öldüm, beni vuslatınla dirilt!…

Kadının lâl dudakları bir yay gibi gerildi:

—    Ah, dedi, beni ölümden kurtardın, fakat şimdi kanıma girmek sevdâsındasın… Benim kocam var. Ben ebe-diyyen başka bir kocaya varamam!…

Arabın ise sabn karan elden gitmişti. Nefs timsahı kanlı dişlerini tam&miyle çıkarmıştı… Zaten nefs durmadan kötülüğü emreden bir şeydir…

Nefsin kötü arzusu adamın akıl sarayını tarumar etmişti. Akılsızca işler yapmayı murâd ediyordu *.

—    Ey güneş gibi güzel, diyordu, benim murâdımı verî…

Kadın, gerçekten güzeldi. Ahlâkı da o nisbette sağlam ve düzgündü… Yaralı yüreğinden bir âh çekerek dedi ki:

—    Â dinden baş çeken, Allah’ın azabından korkmuyor musun? Beni Allah nzası için baktın, iyileştirdin… Şimdi de aşağılık şeytanın emrine uyarak iffet perdemi mi yırtacaksın… Madem ki bir hayırda bulundun, ziyan etme hayrını… İman kâbesini şeytanın kazması ile yıkma Ben, bu çeşit kötülüğe râzı olmadığımdan neler çektim, ne taşlar, topaçlar yedim. Şimdi sen de bana böyle bir teklifde bulunuyorsun. Bilmiyor musun ki ben, dini pâk bir kadınım?…

Beni yüz parça etsen tertemiz vücuduma yine bir leke gelmez! Bırak, bir anlık şehvete uyup ebedi azabı satın alma!… Rabbinin makamından kork da firdevs cennetleri senin olsun!…

Arab’ın beynine sanki yıldırımdan bir kamçı iniver-mişti… O temiz yaradılışlı kadının doğruluğunu gördü, değirmen taşlan gibi dönmeye başladı… Pişman oldu… Çünkü o iş, şeytan işiydi…

—    Ey eşi bulunmaz inci, dedi, seni kendime kızkar-deş edindim. Artık sen de benim günahımı bağışla… Benim evim senin evindir…

İffet timsâli kadın bir belâdan kurtulmanın sevincini iyice tadabilecek miydi?…

Hayır!…

O Arab”ın bir zenci kölesi vardı… Uzak bir yerdeydi, ansızın çıkageldi…

Efendisinin evine bir güneşin doğduğunu gördü. Ka-dırnn güzelliği o kapkara yüzlü adamı çılgına çevirdi:

Ey yaradılışı güzel kadın, dedi, ben geceyim, sen aya benziyorsun. Neden geceyi aydınlatmaz, benlinle

beraber olmayı istemezsin? Bu kara gönül güneş çeşmesinden su içmeye lâyık değil ama, güneş olmayınca da hayat yok…

O naz ve işve fidanı kadın dedi ki:

—    Ben evli bir kadınım!… Buna imkân yok… Efendin de benden bu dilekte bulundu, bir hayli ısrar etti. O, ay yüzlü birisiyken vuslatıma nâil olamadı da sen nereden bunu elde edeceksin, â kara yüzlü!…

Kölenin kapkara dudaklarının arasından yılan sesini andırır korkunçlukta bir ses çıktı:

—    Sen beni bu dertten kurtarmadıkça benden kurtulamazsın. Sana öyle bir düzen düzerim ki, hemencecik bu yerden, bu yurttan aynlır, âvâre olur gidersin…

O yüzü gibi huyu da güzel kadın dedi ki*.

—    Ne korkum var!. Dilediğini yap. Öleceğimi bile bilsem takdirimmiş derim, düşünmem, ürkmem bile… Ben ancak Allah”tan korkarım!

Zenci köle, ona pek fena kızdı… Âdeta ateş kesilmiş, akıldan fikirden el yumuştu…

Karanlığın dünya üzerine perde perde indiği bir geceydi… El ayak çekildikten sonra kızgınlığından, kininden kalktı… Arab’ın zevcesinin pek güzel bir çocuğu vardı… Herkesin uykuda olduğu bir anda gidip o çocuğu beşikte kesti, kanlı bıçağı da götürüp kadının yastığının altına koydu, gizledi…

Şeytani bir gülüşle sınttı:

—    Şimdi gör başına gelecekleri!…

Böylece çocuğu, kadının kestiği süsünü veriyordu. Yaman bir plân yapmış, suç âletini masum kadının yastığının altına koymuştu…

Seher çağı zavallı yavrucuğun annesi uyandı… Derhal elini beşikte uyuduğunu sandığı yavrusuna uzattı. Onu kucağına alıp süt verecekti. Elini uzaktı ama avuçları da kan ile doluverdi… Masum yavrunun başının kesildiğini gördü, dertli yüreğinden bir feryattır kopardı…

Bu hâli hangi ana görür de candan el yumaz…

Âleme bir feryattır saldı, ikiye ayrılmış saçlarını kesip beline bağladı, başına topraklar saçtı:

—    Vah başıma gelenler!… Bu nasıl bir düşmandır ki, masum yavrumun kanım döktü? Kana kan isterim!…

Annenin feryadına yuvadaki yavru kuşlar bile koştu… Herkes yatağından fırlayıp geldi; bu işi kim işledi, böyle suçsuz bir masumu kim canından etti, diye her bucağı aradılar. Nihayet o güzel fakat talihsiz kadının yastığının altında kanlı bıçağı buldular… Yeni bir feryattır göklere doğru boy verdi:

—    Bu işi kadın yaptı!… O masumu böyle ağlatıp inleterek öldüren bu hilebazdır. Ona ölüm!…

Zenci köle derhal hanımının yanında yer aldı, köle ile çocuğun anası, onu öyle bir dövdüler ki anlatmaya imkân yok… Arap da söz kılıcını sıyırdı da dedi ki:

—    Â kadın!. Ben sana ne kötülük ettim ki, sonunda benim ay parçası oğlumu öldürdün? Suçsuz bir masumun kanına girmekten korkmadın mı? Hadi seni kimse görmedi diyelim, Allah da bilmez mi? Vah sana!…

Güzelliği başına nice işler açan talihsiz kadın:

—    Ey kardeş, dedi, bunu âlemde kim görmüş, kim işitmiştir? Allah, sana aklı onun için verdi ki, onunla bir işi düşünüp taşınarak yapasm, akıldan bir fayda elde edesin…

A temiz kişi!. Akü gözüyle bir bak… Sen, bana bunca iyilikte bulundun… Beni Allah rızası için kardeş edindin, bana birçok lütuflar ettin… Ona karşılık bu mudur? Bir düşün. Çocuğunu öldürmemle hürmetim, itibarım mı artacak? Bu işde bir düşman hilesi var. Düşmanın kanlı seli ocağımıza akmış… Artık ben ne diyeyim?…

Arap, gerçekten akıllı bir adamdı. O da kadının dediği şeyleri düşündü ve bu işde bir düşman eli olduğunu anladı. Fakat kadının artık orada oturmasına da imkân yoktu… Dedi ki:
—    A kardeş!… Ne olduysa oldu… Bundan sonra seni görmeyi gönül istemez. Zevcem bunu senden biliyor. Seni gördükçe dâima oğlunu hatırlayacak, her An derdi tazelenecek, yası haddini aşacak, sana kötü sözler söyleyecek, seni hoş tutmayacak. Ben iyi tutsam bile o iyi muar mele etmeyecek. İyisi mi artık sen buradan git, başının Çâresine bak…

Kardeş edindiği bu kadına gizlice üçyüz dirhem verdi ve dedi:

—    Bu parayı kendine yol harçlığı yap ve hemen bu-ralardan uzaklaş, zira kötü kalbli düşman bir başka oyun oynamağa fırsat bulamasın!…

Dertli ve talihsiz kadın parayı alıp yollara düştü… Yine yollan eline dolamış gidiyordu…

Gidiyordu ama, nereye gidecekti?…

Felâketin birinden kurtulmadan bir başkası başlıyordu. Bakalım şimdi başma kimler çorap örecekti…

Bir zaman tek ve tenha yollarda yürüdü… Adeta paramparça olmuş, perişan bir halde giderken uzaktan bir köy belirdi…

Yol kenarında bir darağacı kurulmuştu. İnsanlar her yandan gelmişler, darağacınm dibinde halka olmuşlardı…

Demek ki yeni bü* hadise başlamak üzereydi… O gün meğerse bir genci asacaklarmış…

Yüreği iyilik dolu talihsiz kadın, adamın birine sokulup sordu .*

—    Bu kimdir, suçu nedir?

Adam dedi ki:

—    Bu köy bir emirin. Emir de zulümde eşsiz bir herif. Bu köyde âdet budur: Kim haraç vermezse bu zâlim, onu darağacma çektirir. Şimdi bu genci de asacaklar işt©!*»*

Kadının kalbi sızlayıverdi…

—    Muhtaç olduğu para, vermeye mecbur bulunduğu haraç ne kadar? dedi.
Adam cevap verdi:

—    Şimdi onun vermeye mecbur olduğu haraç, tam üçyüz dirhemdir!…

Kadın kendi kendine:

—    Haydi, dedi, merhametliysen şimdi onu canla başla satın al! Sen taşlanmadan, darağacma asılmadan canım kurtardın… Şimdi de canla başla onu darağacmdan kurtar!…

Artık karar vermişti, o genci kurtaracak, elinde avcımda ne varsa bu yola dökecekti…

—    Durun, dedi, üçyüz dirhemi ben veriyorum!…

Parayı verdi, genci ölüm derdinden kurtardı ve yine

yola düştü. Ne var ki, o genç de darağacma çekilmeden kurtulunca ok gibi kadının arkasından koştu…

Kadın, hiçbir şeyden habersiz yoluna devam ediyordu… Biraz evvel kurtardığı kuzu şimdi kurt oluvermişti… Kadının yüzünü uzaktan görüverince canı ağzına geldi, aklı başından gitti!… Beni neden darağacmdan kurtardı? diyordu… Darağacında can verseydim çekeceğim dert, yine bu ay yüzlünün aşkına benzemezdi. 3u, ondan da beter…

Bir nefeste kadına ulaşıp:

—    Ey beni kurtaran, dedi, bir ölümden kurtardın, ikinci bir ölüme mahkûm ettin.. j Ben şimdi aşkınla ölmedeyim!…

Kadın kara kara gözlerini yükseklere kaldırıp dedi

ki;

—    Vay anan öle!… Canını kurtarmamın mükâfatı bu mu?…

Fakat gözü dönmüş âşık hiçbir şey dinlemiyordu. Diyordu ki:

—    Gönlümü de aldın, canımı da… Nasıl olur da senden ayrılabilir, bir an olsun baş çevirebilirim? Bunu benden isteme!…

Kadının başında yeni bir felâket bulutu dönüp duruyordu :

—    Ey iyilik bilmez herif, dedi, bu sevdâdan vaz geç. Şunu bil ki bir kıl ucu kadar bile vuslatıma nâil olamazsın. Çünkü ben evli bir kadınım!..,

Bir hayli gittiler, söylediler, atıştılar… Nihayet ikisi de bir deniz kıyısına vardılar…

Limanda bir büyük gemi vardı. İçi malla, tüccarla dolu idi. O iyilik bilmez genç, kadından murâd alamayacağını anlayınca tüccarlardan birini çağırdı. Dedi ki:

—    Ay parçası gibi bir cariyem var!… İsyankârlıktan başka bir suçu yok… Dilersen sana satayım… Bunun güzellikte eşi yok. Yok ama kötü huyundan da hiç memnun değilim…

Tacirin de aklı, kararı elden gitmişti. Böyle bir güzeli kim görür de canı dudağma gelmez…

Kadın:

—    Ey Tacir, dedi, sakın ha, benim bir cariye olduğumu sanma ve bu hilebaz gence inanma!… Hürüm ben. Kocam da var… Ne var ki, yılana iyilik etmişim. Bunu ölümden kurtardım, fakat kendi ölüm fermanımı imzalamışım.

Tüccar, kadının sözlerini işitmedi bile. Yüz dinara onu satın aldı. Yüz çeşit hakaretle gemiye bindirdi… Gemi de derhal hareket etti…

Tüccar, kadındaki bu canlar yakan güzelliği görünce deniz ortasında coştu, şehvet timsahı azdı, kadından murâd almak için hemen saldırdı. Kadın gökleri inleten bir sesle çığlığı bastı:

—    Ey halk, feryâdıma yetişin!… Siz Müslümansınız, ben de Müslümanım. Sizin îmanınız var, benim de îmanım var. Ben hürüm… Evli bir kadınım. Sizin de ananız, kızkardeşiniz, kızınız vardır. Birisi, onlar hakkında böyle bir kötülük düşünse ne yaparsınız? Onlara bir leke gelmesini istemezsiniz de neden bana böyle bir şey yapılmasına razı oluyorsunuz?

Allah”tan korkunuz!. Garibim, kadınım, yoksulum, hor hakirim, zayıf, âciz, hasta ve perişanım!… Bu yanan canımı daha fazla incitmeyiniz. Bugünün önünde bir de yarın var muhakkak. Yarın Allah divanında hesap vereceksiniz. Niçin hesapsız işlere göz yumuyorsunuz?…

Kadının sözleri gemi halkının yüreğine kurşun gibi işledi. Ona acıdılar ve hepsi birden ona dost oldular, o dertli kadıncağızı korumaya başladılar…

Ne var ki, onun ay yüzünü kim görse yüzlerce gönülle ona âşık oluyordu… Gemi halkı da sonunda onun sev-dâsına tutuldu… Her gönülde ona bir iştiyak peydâ oldu. Nihayet hep birden birleştiler ve dediler:

—    Biz buna tek tek sâhip olamayız. Onu hepimizin ortak malı yapalım, ansızın onu ortaya alalım, zorla da olsa murâdımıza erelim.

Talihsiz kadın, o şom kişilerin hâlinden haberdar olunca gönlünden kan ırmakları akıtarak hıçkırmaya başladı:

—    Ey sırlan bilen Rabbım!… Beni bu kişilerin şerrinden sakla. İki âlemde de Senden başka kimsem yok. Bu hayırsız kafalardan şu kötü hevesi çıkar. Sen her şeye kadirsin, dilersen bana ölümü nasib edersin. Zâten ölüm, bu yaşayıştan daha iyi… Bugün beni ya kurtar, yahut da öldür. Ne vakte kadar namusumun bekçiliğini yapabilirim ki… Yabani dağ keçisi arslandan süt emmek hevesinde… Beni bu inat keçilerden kurtarî…

Kadın yanık bir yürekle Rabbi Kerimine böyle iltica ediyordu. Nihayet kendinden geçti. Deniz, kadının derdinden dalgalandı…

O coşkun suyun içinden bir ateştir çıktı. Deniz âdeta apaydın bir hâle geldi… Kadımn iffetine musallat olan gemi halkını bir alev silip süpürüverdi…

Hepsi de bir an içinde hiç yaşamamış gibi oldular. Artık hiç kimsede candan eser yoktu. Fakat bütün mallan sapasağlam duruyordu…

Allah”ın hikmetiyle bir uçtan bir yeldir zuhûr etti, gemiyi kıyıdaki bir şehre doğru sürdü…

Kadın da az sonra kendine geldi ve canına kasdeden lerin hep kül olduğunu gördü. O külü gemiden attı. Erler gibi bir erkek elbisesi giyindi. Belâlardan kurtulmak için erkek kıyafetine girdi…

Gemi rüzgârın tesiriyle şehrin kenarına yanaşıp durdu. Şehirden bir hayli halk geldi. Ay gibi bir oğlan gördüler. Yapayalnız bir gemiye oturmuş, yanında da dün-yalarca mal…

O güneş yüzlüden bu hâli sordular:

—    Ey eşsiz delikanlı!… Bu kadar malla yapayalnız nasıl geldin? Bu ne iştir?

Erkek elbiseleri içindeki kadın dedi ki:

—    Padişah gelmedikçe hâlimi kimseye söylemem!…

Derhal padişaha haber uçurdular:

—    Ey şehrimizin sultam!… Bugün pek gönül aydınlatıcı, pek güzel bir genç geldi. Bir gemi dolusu da mal var. Ahvalini anlatmak için seni istiyor. Gemiye ve gemideki mallara ait sana söyleyecek sözleri var…

Padişah, bu hâle şaştı… Gerçekten şaşılacak bir haldi… Yola düşüp o zamanede ay gibi güzel kadının yanına vardı…

Akıllı padişah, onun ahvalini sorup soruşturdu:

—    Ey lekesiz genç!… Bütün bunlar neyin nesi?

Kadm dedi ki:

—    Biz çokluktuk. Gemiye bindik. Bir hayli yol aldık. Ne var ki, yolumuza şehvet timsahları çıktı. Gemi halkı beni görünce şehvetle bana sahip olmak istediler. Ben de Allah’a duâ ettim, Ona sığındım, O”nun yardımını diledim. Rabbim duâmı kabul etti, o bir avuç kötü düşüncelinin şerrini defetti. Bir ateş, hepsini kül hâline getirdi. Bir bak da gör. Şuracıkta hepsi de durmada. Fakat adam namına bir şey yok, kapkara kömür…

Ey Padişah!… Bu gemide ne varsa hepsini al… Yalnız senden bir dileğim var. Bana bugün şu deniz kıyısında ibâdet için gönüller aydınlatan bir mâbed yaptır. Emret, kötü, iyi, hiç kimsenin benimle alışverişi olmasın. Kısmet oldukça burada oturayım, gece gündüz Rabbime ibâdet edeyim…

Padişahla asker, onun sözlerini duyup kerametleriyle makamlarını görünce hep birden öyle bir inandılar ki, hükmüne aykırı hareket etmez oldular. Oraya öyle bir m&bed yaptılar ki görsen Kâbe dersin…

Kadın oraya girip ibâdete başladı. Ömrünü kanaatle geçirmeye koyuldu.

Bir gün Padişah ecel tuzağına düşüvermişti. Derhal vezirlerle askerleri çağırdı. Onlara dedi ki:

—    Bana şu fikir uygun gelmede; ben ölünce yerime bu zâhid genç geçsin, size hükmetsin, padişah olsun. Onun yüzünden halk da rahata kavuşsun. Ey kavmim, bu vasiyetimi tutun!…

Nihayet padişahın pâk canı Rahmana yürüdü. Yeryüzü, onu içine aldı, başına «Burada bir ulu yatıyor» diye taş diktiler…

Vezirler beyler, hep bir araya gelip beraberce o kadının yanma gittüer ve dediler ?

—    Ey zâhid!… Padişahımız dünyadan göçtü, fakat yerine seni vasiyet etti. Artık dilediğin hükmü verebilirsin, çünkü padişahlık şenindir…

Kadın, kara kara gözlerini yükseklere kaldırıp dedi

ki:

—    Zâhid, nasü olur da cihana hükmeder, padişah olur? Beni kendi hâlime bırakın…

Dediler ki i

—    Ey Hakka kulluk eden!. Cihana hükmet. Bu bahaneler ne vakte dek sürecek?…

Kadın:

—    Madem ki, dedi, çaresiz bunu kabul etmem, lâzım. Peki… Fakat bana ay parçası gibi bir kadın gereK… Bana eş ve helâl olacak birini bulun. Yalnızlıktan usanç geliyor insana…

Ulular, vezirler, beyler:
— Padişahım, dediler, bizim hangimizin kızını istiyorsan iste!…

Kadm, onlara, yüz kız yollaym, dedi; ama hepsi de analariyle beraber gelsin de, ben hepsini göreyim, içlerinden dilediğimi seçeyim…

Şehrin ulu kişileri, gönül isteğiyle hemen o gün yüz tane gönül aydınlatan güzel kız gönderdiler. Kızlar, analarıyla huzura vardılar. Utançlarından âdeta kendilerinden geçerek geldiler…

Ay parçası delikanlı onlara kendini gösterdi, kadm olduğunu anlattı: Padişahlık, kadına nasü yaraşır? Bu sözü kocalarınıza söyleyüı de beni de bu ağır yükten kürtajın artık, dedi…

Kadınlar, şaşırmış bir halde yola düştüler, büyüklere hâli anlattılar. Küçük, büyük, bunu duyan herkes, kadının hâline şaşıp kaldı… Bu sefer, kadma bir kadm göndererek :

— Ey zühre yüzlü, dediler, madem ki sen ulu veliah-dimizsin, bize birisini padişah yap. Yok, buna imkân bulamazsan ercesine padişahlık et…

O güzeller güzeli kadm, yine güzellik yolunu tuttu. Padişahlık etmesi için makbul kişilerden birini seçti, sonra yine ibâdetiyle meşgul oldu.

Gece gündüz Hak huzurunda duruyor, Kâbe mumları gibi aşk ile pınldıyordu… Kadının şöhreti âleme yayıldı. Herkes filân yerde birisi var; ona benzer duâsı mak-bûl kimse yok… Kadm ama, erkekler içinde bile onun nefesine sahip, onun gibi ağzı duâlı biri bulunmaz…

Nice inmeli, onun nefesiyle iyileşti, yürüdü, nice kör, onun duâsiyle gördü, gözü açıldı… Nice dertli ondan şifa buldu, diye herkes adını, sanım işitti…

Aleme bir uçtan öbür uca adı yayıldı… Kimse, onun eşini, benzerini bilmiyordu…

O kadmın kocası Hac”dan dönünce hiçbir yerde karısının yüzünü göremedi… Bir de baktı ki evine sahib olan
. lle dalmamış. Evi barkı yıkılmış. Kardeşi de kör olmuş, şaşkın bir halde kalakalmış…

He eli oynuyor, ne ayağı… Kötürüm olmuş, oturduğu yere yığılmış. Gecesini, gündüzünü o kadının derdi tutmuş-, cehennem azabı, eteğine sarılmış!. Gâh kardeşinin hakkı canım yakmada, gâh dermansız derdinden yamp yakılmada…

Kardeşi:

—    Ey elden, ayaktan olmuş kişi, dedi, bu ne hâl? Zevcem ne oldu, evim niçin harabeye döndü?

Yılan huylu kötü herif dedi ki:

—    Kadının bir sipahi ile zina etti. Şaşılacak şey de şu ki, bir topluluk da şahadette bulundu. Kadı, bu şahadeti duyunca onun taşlanarak öldürülmesine hükmetti… Horlukla taşladılar, sen sağ ol, o geçip gitti…

O Hacı Kardeş, bu sözü duyunca karısının ölümüne, hem de kötülüğüne pek üzüldü. Hem ağlıyor, hem de değirmen taşları gibi dönüyordu. Bir bucağa çekilip yas tutmaya koyulmuştu:

—    Vah başıma gelenler, eliyordu, bu ne talih, öyle bir inciden böyle bir kötülük nasıl zuhur eder?…

Kardeşinin hâli de yürekler parçalayan bir haldi… Dilinden başka hiçbir azası tutmuyordu. Bilmiyordu ki o kardeş değil, belki bir yüandı. Zevcesinin başına bütün belâları o örmüştü… Fakat ne çâre, yine de ona acıdı. Dedi ki:

—    Ey elden, ayaktan kalmış kişi!… Ben şimdi duydum, filân yerde gün gibi meşhur bir kadın varmış. Allah indinde duâsı makbulmüş. Nice körlerin, duâsıyle gözleri açılmış. Nice âciz inmeliler, himmetiyle yürümüşler. Dilersen seni ona götüreyim. Belki o mübârek kadın seni yürütür, derdine derman olur…

Gönlünde kötülük çır asım yakan kötürüm kardeşin yüreği bu sözden hoşlandı… Kanadı kınk kuşlar gibi çırpınarak :
—    Aman, dedi, durma, hemen gidelim. Ben elden çıktım. Eğer beni istiyorsan çâremi bul!…

O iyi yürekli adamın bir merkebi vardı. Kardeşini merkebe bindirip yola çıktı…

Yolda tesadüf bu ya, mukaddermiş, bir gece vakti o Araba rastladılar. Arap pek cömertti. İkisini de o gece evinde misafir etti, ikramda bulundu ve dedi:

—    Á yabancı kardeşler, nereye böyle yolculuk?

Hacı dedi ki:

—    Bir şey naklettiler. Zâhid bir kadın varmış, duâ-sıyle birçok körlerin gözleri açılmış, hastalar iyi olmuşlar. Bu benim kardeşim. Eli ayağı tutmaz oldu, gözleri de söndü. O kutlu kadına götüreyim de belki duâsıyle iyileşir. Eli ayağı tutar, gözleri açılır, görür hále gelir…

Arap:

—    Ah, dedi, bir zaman önce buraya pek akıllı bir kadın gelmişti. Kölem, onu adamakıllı bir dövdü. Ona iftira etti. Onun bu kötülüğünden kendisine inme indi, gözleri kör oldu. Ben de şimdi sizinle onu götüreyim bari. Belki de iyileşir…

Sabah olur olmaz hep beraber yola düştüler. Bir hayli yol aldılar, bir köye gelip konakladılar…

Allahın hikmetine bakınız ki, o köy de gencin dara-ğacına çekildiği köydü. Orada bir oda vardı, o odada misafir oldular. Oda, tam o kervana lâyık bir odaydı; sâhibi de darağacından kadının kurtardığı cefacı gençti…

Gençti ama ne tuhaf!… Kötürüm olmuş, yatalak bir hâle gelmişti. Ne gözü görüyordu, ne eli, ayağı tutuyordu… Kadına yaptıklarından sonra Allah onu bu şekilde cezalandırmıştı…

Birbirlerine bakıp:

—    Hâlimiz bu, dediler, mataımız bu, gamımız da bu!… Mademki bu yolu elde ettik, burada konaklayalım bari…

Cefacı gencin bir anası vardı. O iki elsiz ayaksızı görünce; dertlerini, uğradıkları belâyı sordu *.
Nedir bu hâliniz ki, insan denecek yeriniz yok?

Onlar da dertlerini «miattılar, başlarına geleni bir bir saydılar. Kadıncağız bir hayli ağlayıp dedi ki:

—    Benim de bu ikisine benzer bir oğlum var. Ben de sizinle geleyim. Belki benim de bahtım açılır, oğlum derman bulur!… t;

Kadıncağız da o dertliler kervanına katıldı, oğlunu güzelce bir katıra bağladı… Üçü de beraberce yola düzüldüler. Nihayet bir seher çağı, o kutlu kadının yurduna vardılar…

Seher çağı, devlet sabahı gibi erişmişti. Zâhid kadın hücresinden dışan çıktı. Uzaktan kocasını gördü, sevincinden secdeye kapandı. Bir hayli ağladı; şimdi utancımdan dedi, nasıl edeyim? Efendime ne yapayım? Yahut ne diyeyim? Yüzümü göstermeye kudretim yok…

Başım secdeden kaldırıp bir kere daha baktı. Biraz dikkat edince, o üç kişiyi, canının kanma düşman o üç adamı gördü… Yüreği yavru kuşlar gibi çırpındı. İçinden:

—    Hah, dedi, işte bu bana kâfi!… Kocam, şahitleri kendisiyle beraber getirdi. Bu üçünün pek suçlu olduklarına elleriyle ayakları şahit… Artık ne isteyeyim ben, bana bu şahitler yeter!…

Ey Rabbim, sen ne büyüksün ki, düşmanlarımı elsiz ayaksız edip ayağıma kadar getirdin… Sana hamd olsun!…

Kadın, örtüler içine bürünerek geldi, kocasının yüzüne baktı. O, onlan tanıyordu da, ötekiler onun kim olduğunu bilmiyorlardı…

Kocasına hitaben:

—    Ey er, dedi, ne istiyorsun?

Adam titreyen dudaklarını kıpırdatarak dedi ki:

—    Buraya bir duâ istemeye! geldim. Gözleri kör olmuş, belâlara uğramış bir hastam var…

Kadın:—    Ey iyilerin iyisi, dedi, senin hastan günahkâr. Günahını söylerse bu çâresiz dertten kurtulur. Yok, söylemezse, öyle kör, kötürüm kalır…

«T

Hacı gün kadar aydın yüzünü kardeşine döndürüp:

—    Neden böyle âciz bir hâle geldin, dermana muhtaç oldun? Günahını söyle de kurtul. Yoksa gamla eş olup kalırsın böyle, dedi…

O kötülük tohumunu eken âciz kardeş dedi ki:

—    Yüz yıl derde, mihnete düşüp çekmek, bunu söylemekten daha iyi bence… Bu öyle bir günah ki, güneşi bile karartır!…

Bir hayli ısrar ettiler. Nihayet kötü kardeş baştan sonuna kadar yaptıklarını tek tek anlattı:

—    İşte, dedi, ben bu suç yüzünden böyle kötürüm olup kaldım. Artık sen beni ister öldür, ister bağışla!…

Hacı bir müddet başmı eğip düşündü. Bu hâl ona ölümden de beterdi… Ne var ki, hemen ölünüverilmiyordu ki…

Gönlünden; karım ölüp gitmiş, bari kardeşimi kurtarayım, dedi. Nihayet onun suçlarım bağışladı. Kadm duâ etti, derhal yüzlerce belâ üzerinden kalktı. Allah ona şifa verdi. Ayağı yürümeye, eli tutmaya, gözleri görmeye başladı…

Sonra o mert ve cömert Arap, köleden, suçunu doğruca söylemesini istedi… Köle:

—    Ey mert adam, dedi, beni öldürsen yine suçumu söylememi…

Arap**

—    Doğru söyle, dedi, bugün benden korkmana lüzum yok. Ben seni affettim zaten. Neden korkuyor, niçin bahaneler buluyorsun?

Hasılı köle de sıra açıkça söyledi:

—    Çocuğunu beşikte ben öldürdüm. O katilde kadının hiçbir suçu yokttı. Kadına mâlik olamayınca bu günahı işledim ve suçu onun üzerine attım… Sonra da kendi kötü fiilimin cezasını böylece buldum…

Kadın, onun da doğruluğunu görünce dua etti, birden kölenin de gözleri açüdı, muradı hasıl oldu…

O kocakarı da yorgun ayaklarını sürüye sürüye kutlu kadının huzuruna geldi. Günahkâr oğlunu da getirdi. O da günahını söyledi:

—    Bir kadın derdime çâre bulmuş, beni asılmaksan kurtarmıştı. Kadın, canımı satın aldı da ben tuttum, onu bir tüccara sattım, sonra da işte bu belânın kıskacına düştüm…

Kadın ona da duâ etti. O genç de bir anda Allah”ın izniyle gördü, yürüdü… Ondan sonra hepsini dışarı çıkardı :

—    Haydi hepiniz dışarı çıkın!…

Kocasına işaret etti;

—    Yalnız sen dur! Çünkü seninle işimiz henüz bitmedi!…

Herkes dışan çıkıp hücrede kocası ile başbaşa kalınca kadın yüzündeki peçeyi açtı. Adam, kadınm yüzünü görüverince bir nâra attı, kendinden geçti, yerlere döşendi…

Bir müddet sanki cansız gibi topraklara bulanarak yattı. Kendine gelince, usul usul gözlerini açtı. Hayretle bakınıp duruyordu. Kadın:

—    Ey er, dedi, ne oldu sana? Neden birden nâra atıp yerlere düştün?

Adamın dudakları acı ile büzüldü:

—    Âh, âh, dedi; bir karım vardı, seni o sandım. Her tarafın tıpkı tıpkısına o. Arada kıl kadar bile bir fark yok… Sözde, yüzde, boyda, yürüyüşte tıpkı osun sen…

Eğer o fidan boylu toprakta çürümemiş olsaydı, bu dertli adam, sana karım derdi…

Kadın, yürekleri hoplatan bir tatlılıkla güldü de dedi ki: I
—    Ey temiz er! Müjde oisun sana ki o kadın, ne yanlış bir harekette bulundu, ne zina etti… O belâlara uğrayan kadın benim işte. Kendimi din ve Allah yoluna teslim ettim. Ne taşla öldürüldüm, ne de öldüm. Yüce Allah beni birçok zahmetlerden kurtardı. Lütfuyla nihayet bu bucağa eriştirdi. Şimdi O”na yüzlerce defa hamd olsun, bana bunu kısmet etti, beni sana kavuşturdu…

Adam topraklara kapanıp secde etti. Gönlünü yaprak yaprak açıp:

—    Ey Hâlikı Zlşanım, dedi, dilim sana nasıl şükretsin. Bu, gönlümün bile haddi değil, canımın bile harcı değil… Senin tuttuğunu kimse yere vuramaz. Senin yere indirdiğini de kimse kaldıramaz…

Gidip yoldaşlarım çağırdı. Hikâyeyi anlattı. Herkesi bir hayrettir sardı. Bir feryattır gökler boyu yükseldi… Kardeşi de, köle de, o genç de pek utandılar ama sevindiler de… Çünkü kadın onlara hakkım helâl etti… Kötülüğe iyilikle mukabelede bulunarak büyüklük gösterdi. Kocasını da o ülkeye padişah yaptı, Arab”a da vezirlik verdi. O yapının temelini adalet üzerine kurdu. Kendisi de yine oracıkta ibâdetine koyuldu.

Ne desem?

Can kulağım aç, duy beni ey kutlu kişi;

Hak aşkına yanandır, âlemde mutlu kişi!…

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir